Ermeni Raporu

Ermeni Raporu-4-İlk Başbakan Ovanes Kaçaznuni’nin Sunumu-1

Ermeni Raporu-4-İlk Başbakan Ovanes Kaçaznuni’nin 17 Haziran 1923 tarihinde Bükreş’te yapmış olduğu Sunumu-1

Yayınlamış olduğumuz derleme bölümünden sonra, Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin 1923 yılında Bükreş’te yapılan parti kongresindeki, “sadece partili yoldaşlarım için değil, aynı zamanda her Ermeni açısından üzerinde ciddi ciddi düşünülmesi gereken mesele olduğuna kesinlikle inanmam nedeniyle, bu tebliğin yayımlanmasını ve herkese ulaşmasını istedim.” diyerek başladığı sunumunu hiç müdahalesiz veriyoruz.

Ermeni Raporu-4-İlk Başbakan Ovanes Kaçaznuni’nin Sunumu-1

YOLDAŞLAR!

Bu meseleler, benim gayet uzun ve gayet üzücü düşüncelerimin ana konusunu oluşturmuştur. Sizin de bu konuları düşünmüş olduğunuzdan kuşku duymuyorum. Yalnız, sizin de aynı sonuca varıp varmadığınızı bilmiyorum. Korkarım ki, böyle değildir. Daha fazlasını söyleyeyim: Korkarım ki, benim son kanaatim -ki bunu telaffuz etmek gayet zordur ve ben sadece vicdanımın sesini dinleyerek bunu söyleyeceğim- konferans katılımcılarının toptan tepkisini, belki de öfkesini çekecektir.

Ben buna hazırlıklıyım.

Yalnız şuna inanmanızı rica ederim: Benim açımdan bu sözleri yazmak ve imzalamak, bunları benden duyarken hissettiklerinize kıyasla çok daha zor olmuştur. Söyleyeceğim söz, laubaliliğin ya da yeterince düşünülmemiş kanaatlerin bir sonucu değildir. Köklü kanaatlerin ve net bir bilincin sonucudur, zira ben düşünmek ve anlamak, muhakeme etmek, değerlendirmek ve duruş belirleyebilmek yeteneğine sahibim.

Bu yüzden, azıcık sabır göstermenizi ve konulara önyargısız yaklaşmaya çalışmanızı rica ediyorum. Biliyorum, parti kaygılarıyla yaşayan ve parti kıstasları çerçevesinde düşünen kişilerin bunu yapabilmesi kolay değildir.

Bu yüzden bu konuyu yersiz buluyorsanız, sizlerden özür diliyorum.

Başka koşullarda bu sözler gereksiz ve yersiz görünebilirdi.

Fakat benim sunacağım tebliğin farklı içeriği, sizlerin geniş bakış açınıza ve bilinçlerinize hitap etmemi zorunlu kılıyor ve bana hak veriyor. Konuya geçiyorum.

Varacağım sonuçların esaslı biçimde gerekçelendirilmesi amacıyla, büyük savaştan başlayarak Lozan Konferansı’na kadar geçen dönemde Ermeni meselesinin bazı aşamalarını ve Taşnaksutyun Partisi’nin bu dönemdeki rolünü belleklerinizde tekrar canlandırmak isterim.

1914 yılı sonrasında Ermeni meselesi hangi aşamalardan geçti, olaylar nasıl gelişti, nasıl oluştu, birbirini nasıl izledi ve nereye getirdi, bu arada partimiz ne yaptı ve ileride ne yapması gerekir?

Bu konulara yoğunlaşarak, yakın geçmişi hatırladığımda, önemli hususları ikincil ve tesadüfi olanlardan ayırdığımda ve olayları kronolojik düzen içinde sıraladığımda şu manzarayı görebiliyorum:

1- 1914 sonbaharında, Türkiye henüz savaşan taraflardan birine katılmamış, fakat savaş hazırlıkları içindeyken, Güney Kafkasya’da büyük gürültü içinde ve enerjik biçimde Ermeni gönüllü birlikleri oluşturulmaya başlandı. Sadece birkaç hafta önce Erzurum’da yapılan kongrede gönüllü birlikler konusunda alınan olumsuz karara rağmen,

Ermeni Devrimci Taşnaksutyun Partisi (EDDP) hem bu birliklerin oluşturulmasına hem de bunların Türkiye’ye karşı gerçekleştirdikleri askeri operasyonlara aktif biçimde katıldı.

EDDP’nin Güney Kafkasya birimleri ve partinin bazı önde gelenleri, gayet ciddi sonuçları” da beraberinde getirecek olan böylesine zor ve sorumluluk gerektiren bir konuda partinin üst karar organı olan kongrenin iradesine karşı geldiler.

Neden?

Çünkü kendileri de kitle sendromuna yakalanmış olup, akıntıya kapılmışlardı.

Bu vesileyle, daha önceki dönemde de Taşnaksutyun’un Güney Kafkasya’da kendisi dışında oluşan bazı hareketlerin kurucusu ve müteşebbisi değil, sadece katılımcısı olduğunu hatırlıyorum ve sizlere de hatırlatmak istiyorum. 1903 (kilise malvarlıklarına el konulması dolayısıyla yapılan protesto ve gösteriler) ve 1905-1906 yıllarında (Ermenilerle Müslümanlar arasındaki kanlı çatışmalar) durum böyle olmuştur: Keza ilk geniş çaplı işçi hareketleri (1903-1906) sırasında da böyle oldu ve Taşnaksutyun Bakü’de, Tiflis’te, Batum’da diğer sosyalist partilerin politikaları ve taktikleri doğrultusunda yönlendirildi. İleride göreceğiniz gibi, bu özgün çizgi bizim sonraki dönem faaliyetlerimizde de kendini belli etmiştir.

“Gönüllü birliklerin kurulması gerekir miydi” sorusu günümüzde elbette anlamsızdır. Tarihsel olayların kendine özgü çelik bir mantığı vardır. 1914 sonbaharında Ermeni gönüllü birlikleri kuruldu ve Türklere karşı faaliyete geçti: Bu gelişme, Ermeni halkının hemen hemen çeyrek yüzyıl boyunca beslenmiş olduğu psikolojik ortamın doğal ve kaçınılmaz bir sonucuydu. Bu psikoloji kendine bir biçim bulmalıydı ve onu buldu.

Ve bu hareketi durdurmak (bunu istese bile) Taşnaksutyun’un görevi değildi. O sadece mevcut eğilimi kullanabilir, birikmiş istek ve umutları yönlendirerek dışa vurulmasını sağlayabilir, keza hazır bir gücü örgütleyebilirdi. imkanları ve otoritesi bu kadarına yetecek durumaydı. Harekete karşı gelmek ve kendi çizgisini sürdürebilmek konusunda ise partimiz güçsüzdü; çünkü partinin kendisi, güdüleri güçlü fakat bilinci zayıf olan bir kitle durumundaydı.

Günümüzde kimin suçlu olduğunu sormak da anlamsızdır (eğer sorumluluk konusu gündeme gelebilirse). Piskopos Mesrop, A. Hatisov, doktor Zavriev, S. Arutyunov, Dro ve Andranilc olmasaydı, başkaları bulunacak ve aynı şeyleri yapacaktı. Gönüllü birliklerin kurulması bir yanlışsa; bu yanlış, kökleri uzak geçmişte aranacak bir siyasal çizginin doğal devamı ve sonucudur. Şimdilik şunu tespit etmek gerekir ki, biz bu gönüllü hareketine aktif biçimde katıldık ve bu katılım parti kongresinin kararına rağmen gerçekleşti.

2- 1914 kışı ve 1915 yılının ilk ayları, Taşnaksutyun da dahil olmak üzere, Rusya Ermenileri açısından bir heyecanlanma ve umut dönemiydi. Biz kayıtsız şartsız Rusya’ya yönelmiş durumdaydık.
Herhangi bir gerekçe yokken zafer havasına kapılmıştık; sadakatimiz, çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında Çar Hükümeti’nin (Güney Kafkasya Ermenistanı ile Türkiye’nin Ermeni eyaletlerinden oluşan) Ermenistan’ın bağımsızlığını bize armağan edeceğine emindik.

Aklımız dumanlanmıştı. Biz kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin boş sözlerine büyük önem vererek ve kendimize yaptığımız hipnozun etkisiyle, gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık. Güya sarayda naip tarafından sarf edilmiş olan birtakım gizemli laflar dilden dile dolaşıyordu. Sürekli birtakım mektuplara (Vorontsov-Daşkov’un Katolikos’a yazmış olduğu mektup) atıf yapılıyor ve tarafımızca bu mektuplar, ileride taleplerimizi öne sürebileceğimiz ve haklarımızı savunabileceğimiz bir zemin olarak sunuluyordu.

Oysa ustalıkla düzenlenmiş olan bu mektuplar, istek üzerine her türlü anlamın yakıştırabileceği gayet genel ve belirsiz öneriler dışında bir şey içermiyorlardı.

Ermeni halkının gücü, onun siyasal ve askeri önemi, keza Ruslara verdiği destek fazla abartıldı. Bizim gayet mütevazı imkanlarımıza fazla değer vererek, sonuçta kendi umut ve beklentilerimizi de abarttık.

3- 1915 yaz ve sonbahar döneminde Türkiye Ermenileri zorunlu göçe (tehcir) tabi tutuldu, kitlesel sürgünler ve baskınlar gerçekleştirildi.

Bütün bunlar Ermeni meselesine ölümcül bir darbe vurdu.

Tarihsel Ermenistan’ın, bize devreden gelenekler ve Avrupa diplomasisinin vaatleri doğrultusunda, bağımsızlığımızın temelini oluşturması gereken bölgeleri boşaltıldı; Ermeni vilayetleri Ermenisiz kaldı.
Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır; sonradan da anlaşıldığı üzere, Türkiye’de Ermeni meselesinin temelli çözümü açısından bu yöntem en kesin ve en uygun bir yöntemdi.

Ve bugün, bizim milislerin savaşa katılmalarının Türkiye Ermenilerinin kaderini ne derecede etkilediği sorusunu sormak da abestir.

Sınırın bu tarafında bizim farklı bir çizgi izlemiş olmamız durumunda, acımasız baskıların olmayacağını kimse söyleyemez. Türklere karşı düşmanlığımızın teraziye konulmaması durumunda söz konusu baskıların da aynı nitelikte olacağını kimse söyleyemez.

Bu konuda değişik görüşler olabilir.

Gerçek, gerçek olarak kalmaktadır ve burası çok önemli ki, Türk egemenliğine karşı onlarca yıl önce başlatılmış olan mücadele, Türkiye Ermenilerinin sürülmesi ve yok edilmesiyle, dolayısıyla Türkiye Ermenistanı’nın boşaltılmasıyla sonuçlanmıştır.

Korkunç gerçek böyleydi.

Bırak, bundan sonra uygar dünya Türklerin ifade edilmesi zor kötülükleri karşısında sarsılsın. Parlamentolarda ve sivil toplantılarda devlet adamları katil Türkleri tehdit etsin. “Sarı”, mavi” ve diğer renklerde kitaplar yayımlansın. Her türlü dinin mabetlerinde rahipler zalim Türklerin cezalarını bulmalarını dilesin. Dünya basını korkunç tasvirler ve tanıkların anılarını yayımlasın. Bütün bunların ne anlamı var? Gereken yapılmıştır ve Arabistan çöllerine saçılmış cesetleri sözcüklerle diriltmek, yıkılan evleri ve boşaltılan ülkeyi sözcüklerle kurtarmak imkansızdır.

4- 1915 yılının ikinci yarısı ve 1916 yılının tamamı bizim için genel bir yas dönemi oldu. Van, Eleşkirt, Basen mültecileri, kıyımdan kurtulabilmiş olanların tamamı; onbinlerce, yüzbinlerce kişi gelip Rusya’nın Ermeni kazalarına doldular. Aç, çıplak, hasta ve korku içindeki insanlar köylerimize ve şehirlerimize doldu. Bu aç kitle, kendisi ekmek bulamayan bir ülkeye gelmiş bulunuyordu. Güçsüz, hasta, dermansız mülteciler açıkta kalmıştı. Şirak ve Ararat vadileri muazzam bir hastaneyi andırıyordu; buralarda binlerce Ermeni bizim gözlerimiz önünde, eşiğimizin hemen yanı başında açlıktan ve hastalıktan ölmekteydi.

Biz bu değerli insan hayatlarını kurtarmak konusunda acizdik.

Kızgınlık ve korku içinde bulunan bizler suçlu arıyorduk ve bu suçluyu hemen “Rus hükümeti ile onun kalleşçe politikaları” olarak belirledik.

Siyasal açıdan olgunlaşmamış ve dengesiz insanlara özgü bir şaşkınlık içinde, bir uçtan diğerine savrulmaktaydık. Rus hükümetine karşı dünkü inancımız ne denli körü körüne ve temelsiz idiyse, bugünkü suçlamalarımız da o denli körü körüne ve temelsizdi.

Rusların kasıtlı olarak ağır davrandığı, kararsızlık sergilediği; yerli Ermenileri kesmek için Türklere gerekçe ve imkan sağladığı söyleniyordu. Güya Ruslar, Ermenistan’ı boşaltmak ve ileride oraya Kozakları yerleştirmek için böyle davranmışlardı. Kont Lobanov- Rostovski’nin herkesçe bilinen “Ermenilersiz Ermenistan” projesi gerçekleştiriliyormuş.

Yalnız halk değil, partimiz ve aklı başında yoldaşlarımızın birçoğu da böyle düşünmekteydi.

Biz, Rus hükümetinin izlediği çizgiyi açıklamak için mutlaka bir Ermenisiz Ermenistan projesinin olması gerekmediğini; onun planlarında Türkiye Ermenilerinin ne pahasına olursa olsun üstlenmek gibi bir hususun yer almadığını anlamak istemiyorduk.

Böyle bir plan elbette yoktu. Biz sadece kendi isteklerimizi Rus hükümetine de mal ederek, onu ihanetle suçlamaktaydık.

Tabii ki bizim gönüllü birlikler Van ile Muş’u bir an önce ele geçirmeye çalışıyorlardı. Oraya Ermenileri kurtarmak için gidiyorlardı. Oysa Rus ordu birlikleri Ermeni gönüllülerden oluşmuyordu ve farklı amaçları vardı. Onlarda görülen ve bizim ihanet olarak değerlendirdiğimiz yavaşlık ve kararsızlık, Rus komuta kademelerinin olağan zafiyetiyle (ki bu tür zafiyet örnekleri diğer cephelerde de çok sayıda görülmüştür) ya da tarafımızca bilinmeyen genel askeri koşullarla açıklanabilir.

Bu olay fevkalade özgün ve gayet ilginç olup, özel olarak ele almamızı gerektirmektedir. Siyasal bir parti olarak biz, meselemizin Rusları ilgilendirmediğini ve onların, gerektiğinde bizim cesetlerimizi çiğneyerek geçip gidebileceklerini unutmuştuk.

Bunu anlamadığımızı, bilmediğimizi söyleyemem. Elbette biliyorduk ve gerektiğinde gayet iyi biçimde formüle edebilmiştik. Fakat bu formülün anlamını tam olarak kavramış değildik; bildiklerimizi unutuyor ve çoğu zaman safça savaşın salt Ermeni meselesi yüzünden yapıldığını düşünüyorduk. Ruslar saldırıya geçtiklerinde onların Ermenileri kurtarmaya gittiklerine; geri çekildiklerinde ise bizleri kesmeleri için Türklere imkan sağladıklarına inanıyorduk.
Her iki halde biz de sonuçlar ile amaç ve niyetleri karıştırmaktaydık.

Rusların ihanetinin kanıtlarını arıyor ve elbette buluyorduk ki altı ay önce de Rusların iyi niyetli yaklaşımlarının kesin kanıtlarını aynen bu şekilde aramış ve bulmuştuk.

Kötü kaderden şikayet etmek ve felaketlerimizin sebeplerini kendi dışımızda aramak acıklı bir durumdur; bu bizim milli psikolojimizin karakteristik bir özelliğidir ve Taşnaksutyun Partisi de bundan kaçamamıştır.

Rusların bize kalleşçe davrandığı inancında sanki özel bir teselli vardı (daha sonra da sıra Fransızlara, Amerikalılara, İngilizlere, Gürcülere, Bolşeviklere, tek kelimeyle bütün dünyaya gelecekti).

Sanki saf ve uzak görüşlü olmamamız bir kahramanlıktı ve sonunda öyle bir duruma düştük ki, isteyen herkes bizi kolayca atlattı, ihanet etti, kesti ve başkalarının kesmesine imkan verdi.

5- 1917 Şubatı’nda Rus devrimi patlak verdi. Hiç beklenmedik biçimde önümüzde yeni imkanlar açıldı.
Rusya’da demokratik bir düzen kurulmaktaydı. Gündemde fevkalade önemli sosyal konular (örneğin toprakların kamulaştırılması) vardı. Demokratlar ve sosyalistler olarak bizler, bu yeni düzeni coşkuyla karşıladık. Aynı zamanda milli bir siyasal parti olarak biz, yönetim yetkilerinin merkezden devralınması, bölgelerin ve halkların özerkliği konularına kilitlendik.

Yoğun bir çalışma başlatıldı.

Eski devlet aygıtının değiştirilmesi, yeni yönetimin yerel birimlerinin kurulması gerekiyordu. Devrimin ilk aşamasını yaşayan merkezi hükümet bu konuyla ilgilenmek durumunda değildi. Bu konu tamamen yerli kadrolara emanet edildi. Toplumsal kurumlara, örneğin siyasal partilere, işçi sendikalarına, milli hükümetlere görev verildi (daha doğrusu onlar kendileri bunu görev edindiler).

Birçok milletin yaşadığı Güney Kafkasya’da bu milletlerin yönetime katılımı özellikle karmaşık ve zor bir konuydu. Önemli merkezlerde milli konseyler ve bu arada Ermeni milli konseyleri de kuruldu.

Tiflis’te Güney Kafkasya Komiserliği ile İşçi, Asker ve Köylü Sovyetleri Güney Kafkasya Merkezi kuruldu. Bunlar merkezi yönetimin birbirinden bağımsız olan iki kuruluşuydu ve devlet kurumları oluşturuluncaya kadar bölgeyi yönetmekle görevliydiler.

“Sovyetler Merkezi” yıl sonuna doğru otoritesini kaybetti ve siyasal sahneden uzaklaştı. Buna paralel olarak Güney Kafkasya Komiserliği güçlendi ve bütün Güney Kafkasya’nın hükümeti haline geldi.

6- Daha sonra Seym’de1 ve Güney Kafkasya hükümetinde olduğu gibi, “Komiserlik” de bir koalisyondu.
Bu koalisyon, adı ve biçimi itibarıyla partileri, öz itibarıyla ise ulusları temsil ediyordu.

Başlıca partiler şunlardı: Menşevik fraksiyonu, Sosyal Demokratlar, Musavat ve Ermeni Devrimci Partisi Taşnaksutyun.

Fiilen bunlar bölgenin başlıca üç halkını -Gürcü, Azerbaycan Tatarları ve Ermenileri- temsil ediyorlardı.
Komiserlikte ve daha sonra da hem Seym’de hem de hükümette hakim konum, yönlendirici rol Gürcü Menşeviklerindeydi.

Neden?

İşte bazı sebepler.

Birincisi, Komiserlik kendi yetkilerini Petrograd’daki Geçici Hükümet’ten, daha doğrusu Devlet Duması çevrelerinden devralmıştı.

Duma’da Gürcü milletvekilleri Rusya Sosyal Demokrat Partisi gibi güçlü bir örgüte dayanarak eskiden beri önemli bir konum elde etmiş, etki kazanmış ve ilişkiler kurmuştu.
1 Seym: Kafkasya Meclisi (Çevirenin notu).

Güney Kafkasya’da bir “Komiserlik” kurulduğunda, öncelik, Duma’daki varlıkları göze çarpmayan Ermenilere ya da Tatarlara2 değil, doğal olarak Gürcülere verilmişti.

İkincisi, devlet işlerinin yürütülmesi konusunda Gürcüler arasında az ya da çok hazırlıklı kişiler vardı. Bunlar büyük bir siyasal partinin ve daha sonra da Duma’nın çalışmalarına aktif katılmaları sayesinde birtakım alışkanlıklar ve tecrübeler edinmişlerdi. Oysa ne biz, ne de Musavatçılar böyle bir okuldan geçmiştik, hazırlıklı değildik.

Musavat yeni bir partiydi, Taşnaksutyun ise esasen yeraltı faaliyetleri için hazırlıklıydı. Hiç kuşkusuz parti liderlerinin durumu da belli bir önem arz etmekteydi. Gürcüler birkaç yetenekli kişi, toplum önderi çıkarmışlardı; onlarla yan yana oturabilecek kimsemiz yoktu ve biz onların arkasında, ikinci ya da üçüncü sıraları işgal ediyorduk.
Başka bir husus: Eski rejim döneminde Güney Kafkasya’da devlet işleri esasen Gürcülerin elindeydi. Bu durum devrim sonrasında da devam etmekteydi, zira teknik çalışmaların yürütülebilmesi konusunda Gürcüler arasında hazırlıklı insan daha fazlaydı. Resmi hizmet deneyimi, doğal olarak Gürcülerin devlet yönetiminde pekişmesi bakımından sağlam bir zemin oluşturmaktaydı. “Komiserlikten” başlayarak, demiryolu ve posta-telgraf işlerine kadar her alanda durum böyleydi.

En önemlisi ise şu husustu: Güney Kafkasya’da Gürcü halkı en bilinçli ve en iyi örgütlenen halktı. Ayrıca Gürcü halkının fiziki varlığına yönelik herhangi bir tehdit bulunmuyordu. Bu yüzden Gürcüler diğerlerinden güçlüydü.
Gürcü halkının coğrafi konumu ve bir arada yerleşmiş olması, savaşta daha az zarar görmesi, yakın komşularıyla (varlığını tehdit edebilecek düzeyde) bir anlaşmazlığın olmaması sayesinde Gürcüler seslerinin duyulması konusunda Ermeniler ve Azerbaycanlılara kıyasla daha şanslıydılar.

2 “Tatar” adı altında Azerbaycan Türkleri kastedilmektedir. Yazar bu konuda bir dönem Çar yönetimi tarafından kullanılan bu tanımlamayı tercih etse de, bazen “Azerbaycanlılar” tanımını da kullanmaktadır. (Çevirenin notu.)

Gürcüler, gerektiğinde Türkiye ve Azerbaycan’la her halükarda Ermenilere kıyasla daha kolay anlaşabilirlerdi. Dahası Gürcistan dışında, hayatları tehdit altında olan bir Gürcü kitlesi yoktu, oysa Ermenilerin Azerbaycan’da, Azerbaycanlıların da Ermenistan’da soydaşları vardı.

Gürcüler kendi ülkelerinde sakin sakin yaşamaktaydılar; komşularıyla belli sınır anlaşmazlıkları olsa da bunların kaynağı emperyalist iddialardı ve bu anlaşmazlıklar, Gürcistan’ın bugününü ya da geleceğini tehlikeye sokmadan artırabilir ya da tamamen giderilebilirdi.

Ermeni-Türk ve Ermeni-Tatar ilişkileri ise farklıydı. Bunların arasında yüzyıllardan beri devam eden sorunlar vardı ve bunların önemli çatışmalar olmadan çözülmesi imkansızdı. Batıda kesin yenilgiye uğrayan Türkiye, kuzeydoğuda kendi istikbalini temin etmek ve sağlama almak istiyordu. Ve burada Ermeniler, Erzurum ile Bakü arasına girmiş olup, Türklerin yolunu kesmekteydi.

Ermeniler ile Azerbaycanlılar arasında çözülmesi imkansız toprak anlaşmazlıkları vardı. Mesele bir-iki ilçe ele geçirmek değil, milli kitlenin kesintisiz bir coğrafyada devamını sağlamaktı. Bu istek hem Ermenilerde hem de Azerbaycanlılarda vardı. Ermenistan Tatarlara ait Şarur Nahçıvan olmadan yaşayamazdı; ve Nahçıvan’ın Ennenistan için önemi Zakatala, Ahılkelek ve Lori’nin Gürcistan için arz ettiği önemden farklıydı. Hem Ermenistan’ın hem de Azerbaycan’ın şanssızlığı bu noktadaydı.

Siyasal bakımdan yetişkin halkların barışçı bir çözüm bulması belki de mümkündü. Fakat ne bizde ne Azerbaycanlılarda böyle yetişkinlik vardı; bu yüzden söz konusu anlaşmazlık, karşılıklı düşmanlık ve güvensizlik kaynağı olmuştu.

Gürcüler kendi ayrıcalıklı durumlarını pekiştirmek amacıyla Ermeni-Türk ve Ermeni-Tatar anlaşmazlıklarını ustaca (daha güçlü bir ifadeyle fırsatçılıkla) kullandılar. Türklere ve Tatarlara dayanarak ya da kendi sınırlarını bu veya diğer yönde düzeltmekle tehdit ederek, bizi zor durumlara soktular ve kendi isteklerine uymaya zorladılar. Bizimle ittifak yapmaları gerektiğinde ise, Azerbaycanlıları tehdit etmeye başladılar. Bu tür davranışlar siyasal bakımdan tam bir şantaj olarak, Gürcülere komşuları karşısında üstünlük sağladı ve onların hegemonyasını temin etti.
Ben konuyu biraz dağıttım, fakat söz konusu dönemde Güney Kafkasya’daki siyasal durumun anlaşılması bakımından buna ihtiyaç var.

Partimizin şunu anlaması ve aklında tutması gerekir ki, en zor günlerde Gürcü Sosyal Demokrat Partisi’nin hegemonyası altında ve onun kuyruğunda sürünerek hareket etmiştir.

7- 1917 Eylül’ünün son günlerinde Tiflis’te Ermeni kurultayı yapıldı. Kendi yürütme organı olan bir milli kurul kurularak, ‘Merkezi Milli Konsey olarak adlandırıldı. Bu Milli Konsey daha sonra Güney Kafkasya Ermeni halkı adına hareket etti ve milletin tamamının yetkili temsilcisi oldu.
Hem kongrede, hem de kurul ile konseyde öncü rolünü Taşnaksutyun oynadı.

8- Aynı yılın sonlarında Güney Kafkasya’da Bütün Rusya Kurucular Meclisi üyeliği seçimleri yapıldı.
Seçim öncesi kampanyalara katılan partilerden Menşevik Sosyal Demokratlar 12, Musavat 10, Taşnaksutyun 9 koltuk elde etti, diğer partilerin elde ettiği koltuk sayısı önemsizdi.
Bu üç büyük parti, siyasal ağırlıkları itibarıyla Gürcüler, Tatarlar, Ermeniler olarak sıralanan üç büyük halkı temsil ediyordu. Bu seçimler Ermeni halkının bünyesinde en güçlü, daha doğrusu yegane güçlü ve organize partinin Taşnaksutyun olduğunu ortaya koydu.

9- Bütün Rusya Kurucular Meclisi toplanamadı. Ekim’de Bolşevik ihtilali patlak verdi, Petrograd ve Moskova’da zafer kazandı, Sovyet düzenini ilan etti ve burjuva eğilimli olduğunu düşündüğü Kurucular Meclisinin toplanmasına müsaade etmedi.

Güney Kafkasya, Şubat Devrimi’ne sadık kalarak, Sovyet egemenliğini ve Sovyet düzenini tanımadı.

Neden?

Çünkü bizim bu kenar bölgede hakim partiler geniş tabanlı demokrasi platformunu tercih etmekteydiler ve bu yüzden sınıf, özellikle de parti diktatörlüğünü kabul edemezlerdi. Bunun yanı sıra, ülkenin tam bir sosyalist, hele komünist düzen için olgunlaşmadığını düşünmekteydiler (ayrıca Musavat Partisi’nde sosyalizm adına hiçbir şey yoktu). Ermeni Devrimci Partisi (EDP) Taşnaksutyun’un sosyalist niteliği yüzeysel olup, parti kitleleri arasında derin kökleri yoktu.

Gürcü Menşevikler arasında ise milliyetçi anti-Rus akım güçlüydü.

İkincisi; Güney Kafkasya siyasal yaşamında havayı belirleyen Gürcü Menşevikleri, Bolşeviklerden kopmuş olup, açıkça onlara karşıydılar.

Kendi ahkamlarına ve partilerinin genel siyasal çizgisine sadık kalan Menşevikler, kendi Rus yoldaşlarının Rusya’da izledikleri politikaları bizim buralarda aynen izlemekteydiler. Bakü’yü ele geçirmek yönünde coşkun bir istek içinde olan ve Pantürkizm ideallerine kapılan Musavat ise Rusya’dan bir an önce ayrılmak istiyordu.

Ermeni Devrimci Partisi Taşnaksutyun, Bakü’de Tatar egemenliği kurulmasından endişe duyarak, yerli Bolşeviklerle sıkı ilişkiler içine girmişti ve onlara yardım ediyordu. Tiflis’te ise, Gürcü ve Tatarları görmezden gelemiyor ve Bolşevik politikaları uygulayamıyordu.

Bunu, istese bile başaramazdı. Fakat istek de yoktu, zira Bolşevik ideoloji ve taktikleri çekici gelmiyordu.
Partimiz kısmen içerdeki kanaatlerin kısmen de dış etkenlerin baskısı altında Bolşevizm karşıtı kampta yer almaktaydı.

10- Yoldaşlarımızın Bakü’de sergiledikleri ortalama ve zoraki duruşu da burada hatırlatmamız gerekir. Onbinlerce proletaryası ve güçlü işçi örgütleri olan sanayi şehri Bakü, Bolşevizmin gelişmesi bakımından daha uygun koşullara sahipti. Bütün Güney Kafkasya’da orası, devrimin ilk günlerinden itibaren Bolşeviklerin güvenilir bir sığınak ve sağlam bir destek bulabildiği tek bölgeydi. Bakü, Ekim Devrimi sonrasında bile Güney Kafkasya Komiserliği’nin egemenliğini biçimsel olarak inkar etmiyordu. Gerçekte ise yönetim iki yerel organın-Toplumsal Kurumlar Sovyeti ile İşçi Temsilcileri Sovyeti’nin- elindeydi.

Bunlardan ilkinde Bolşevik karşıtı akımlar, ikincisinde ise Bolşevikler hakimdi.

Partimizin her iki organda temsilcileri vardı. Birbirinden bağımsız ve farklı nitelikte olan bu organlar arasında açık bir hakimiyet mücadelesi sürdürülmekteydi.

İlk dönemde Toplumsal Kurumlar Sovyeti güçlüydü (burada ılımlı sosyalistler ile liberal burjuvazi, Bolşeviklere karşı sessizce bir blok oluşturmuşlardı). İşçi Temsilcileri Sovyeti ise günden güne güçlenmekteydi ve 1918 Ocak ayına gelindiğinde artık duruma hakimdi.

Bu Sovyeti Bolşevikler yönlendirmekteydi. O zaman Bolşevikler önemli bir güç değildi; başarıları esasen karşı kamptaki güvensizlik ortamından kaynaklanmaktaydı.

Sadece iki parti -Musavat ile Taşnaksutyun- Bolşeviklere karşı gerçek bir güç ortaya koyabilirlerdi. Fakat Bolşevizme karşı mücadelede başarı kazanabilmek için bu iki partinin ittifak halinde davranması gerekirdi, halbuki bu düşünülemezdi bile; zira karşılıklı güven söz konusu değildi. Taşnaksutyun anlıyordu ki, onun Musavat’a desteği sadece Bolşevik tehdidi ve tehlikesi var olduğu için gerekmektedir.

Daha Fazla Göster