Ermeni Raporu-5-İlk Başbakan Ovanes Kaçaznuni’nin Sunumu-2
Ermeni Raporu-5-İlk Başbakan Ovanes Kaçaznuni’nin Sunumu-2
Bolşevikleri bertaraf ettikten sonra Musavat ikinci planda Taşnaksutyun’u siyasal sahneden silmek zorundaydı. Hiç kuşkusuz silahlı Taşnak birliklerinin yardımıyla Musavat’ı yok ettikten sonra Bolşevikler de aynı biçimde davranacaklardı. Bakü Ermeni cemaatına göre, Musavat diktatörlüğüne kıyasla Bolşevik diktatörlüğü daha makbuldü.
Bakü’de bizimkilerin Bolşevik hareketine giderek daha fazla kapılmaları ve bu hareketin bir nevi dayanağı olmaları bununla açıklanabilir.
Biz Tiflis’te kendimiz istemeden Gürcü Menşeviklerin hegemonyası altına girdiğimiz gibi, Bakü’de de Bolşeviklerin etkisi altındaydık Her iki durumda da bizi buna iten Türk-Tatar tehdidiydi.
Bolşevikler bizim desteğimizi alarak Baku’de Musavat’ı darmadağın ettiler (Mart 1918); biz ise Bolşeviklerin Rus unsurlarının yardımıyla Bakü’yü Türk-Tatar saldırısından koruyabildik.
Daha sonra, yine bizim girişimlerimizle İran’dan İngiliz birlikleri davet edildi. Bu, Bolşeviklerin Rusya’ya kaçmak için hazırlandığı ve artık gemilere yerleşmekte oldukları en son dakikalarda gerçekleşti.
İngilizler Bakü’ye esaslı biçimde yerleşebilseydiler olayların seyri belki daha farklı olabilirdi. Oysa İngiliz birliklerinin sayıca azlığı halka güven vermedi, onlar kayıklara oturdular ve İran’a geri döndüler.
Biz yalnız kaldık; İngilizleri izleyerek İran’a kaçmaktan başka bir şey yapamadık.
Bu zamana kadar Gence’de bulunan Azerbaycan hükümeti, Türk ordu birlikleri ve silahlı halkla beraber Bakü’ye girdi. Ermeni halk acımasızca katledilmeye başlandı; aynen Mart ayında Bolşevik-Musavat çatışması sırasında Müslüman halkın (daha küçük çapta) katledildiği gibi.
Bu olaylar Ermenistan dışında, Tatar bölgelerinden birinde cereyan ediyordu; fakat bizim siyasal durumumuza yansımakta, bu durumu karmaşık hale getirmekte ve zorlaştırmaktaydı.
Tatarlar sürekli olarak Türkleri bize karşı kışkırtıyor, bir an önce Bakü’ye girebilmek için onların saldırısını hızlandırıyorlardı. Bu amaçla Mart olayları konusunda ustaca spekülasyon yaparak, bu olayları tamamen Ermenilere mal ediyorlardı. Tabii ki bizimle Bolşevikler arasındaki temaslar Gürcülerin hoşuna gitmiyordu; onlar bize yan bakıyor, Güney Kafkasya’nın kapılarını Rus Bolşeviklere açabilmek için fırsat kolladığımızı düşünüyorlardı. Bunun yanı sıra cilveleştikleri Almanların Tiflis’te bulundukları bir ortamda İngiliz birliklerin Bakü’ye getirilmesini, Gürcü-Alman-Türk-Tatar politikalarına bir ihanet olarak değerlendirmekteydiler.
Bakü’de izlediğimiz politikalar sonucunda komşularımız bizi bağımsız müttefikler olarak görmeye başladılar. Bakü’deki yoldaşlarımız ise, Bakü’de durumlarını pekiştirerek ve Türk-Tatar birliklerini Bakü üzerine çekerek, Ermenistan’ın geriye kalan kısmını Türk saldırılarından koruyabileceklerini düşünüyor ve kendi politikalarını bu yönde geliştiriyorlardı.
Olayların kronolojik sıralamasına geri dönüyorum.
11- 1917 Kasım sonlarında Rus ordusunun morali bozulma ya ve askerler Kafkasya cephesinden firar etmeye başladı. Cephe korkunç bir hızla düşmekteydi.
Ocak sonlarında ordu artık yoktu. Önemsiz Ermeni birlikleri, ordudan geriye kalan artıklarla birlikte Erzurum hattını savunmakla görevliydi.
12- Güney Kafkasya’nın durumu gayet tehlikeli bir biçim almaktaydı.
Bolşevik devrimi ve günden güne yaygınlaşmakta olan iç savaş, kenar bölgeleri Rusya’dan kesin biçimde koparmıştı.
Kerenski başkanlığındaki Geçici Hükümet adına yönetimi elinde bulunduran Komiserlik, bu Geçici Hükümet düştükten sonra, ayaklan altındaki zemini kaybetti. Halkın gözünde otorite sahibi olan ve devlet işlerini bağımsız olarak daha yetkili biçimde yürütebilecek yeni bir hakimiyetin oluşturulması gerekiyordu. Böyle bir hakimiyet Güney Kafkasya Seym’i ve onun hükümeti olarak kuruldu.
Seym, Bütün Rusya Kurucular Meclisi’nin Güney Kafkasyalı temsilcilerinden (bu sayı üçle çarpılarak) oluşturuldu. Böylece Seym’de Menşevikler (Gürcistan) 36, Musavat (Azerbaycan) 30, Taşnaksutyun (Ermenistan) 27 koltuğa sahip oldu.
Seym, Güney Kafkasya’nın doğal ve tartışılmaz başkenti olan Tiflis’te toplandı.
10 Şubat 1918 tarihli ilk genel kurulda Komiserliğin faaliyet raporu açıklandı ve Komiserliğin istifası kabul edildi. Daha sonra Seym, bölgemiz ile Rusya arasında ilişkilerin fiilen kesilmiş olduğunu ve bu ilişkilerin tekrar ne zaman kurulacağının bilinmemesini dikkate alarak, Güney Kafkasya Demokratik Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ve kendisinin de bölgede yasama yetkisini elinde bulunduran tek kurum olduğunu ilan etti. Bu çerçevede Y. Gegeçkori’ye (Gürcü Menşevik) Seym’e karşı sorumlu olan geçici bir hükümet (bakanlar kurulu) kurma görevi verildi.
Bu, Rusya’dan ayrılma anlamına gelmiyordu; yalnız fiili durumu yansıtmakta olup, geçici nitelikteydi. Uluslararası bakımdan Güney Kafkasya, Rusya’nın ayrılmaz bir parçası olarak görülmekteydi.
13- Rus ordusunun yozlaşmasından cesaret alan Türk ordu birlikleri aceleyle örgütlendiler, kendilerini düzene soktular ve kaybettikleri bölgeleri peşpeşe geri almaya başladılar. Aynı zaman içinde Türk komuta kademesi (Vehip Paşa) ateşkes ilan edilmesi ve barış görüşmelerinin sürdürülmesi konusunda girişimlerde bulundu.
Seym, savaşı durdurmak ve Türklerle barış anlaşması yapmak yönünde karar aldı.
İlk görüşmeler Mart 1918’de Trabzon’da yapıldı. Taşnak fraksiyonu Osmanlı sınırları içerisinde Türkiye Ermenilerinin kendi kaderini belirleme hakkının tanınmasını Seym’in talepleri arasına ayrı bir madde (dört maddeden birisi) olarak eklemeyi başardı.
Fakat bu talebe (ki gayet belirsiz biçimde formüle edilmişti ve her türlü tavize açıktı) Türkler anında resmi bir cevap vererek, Türkiye Ermenilerinin kendi kaderlerini belirleme konusunun Türkiye’nin bir iç meselesi olduğunu ve kimsenin Türkiye’nin iç işlerine karışamayacağını ifade ettiler. Böylece Türkiye Ermenileri konusunun tarafımızca bir daha gündeme getirilmesi durumunda, her türlü görüşmeyi kesecekleri mesajını verdiler. Güney Kafkasyalılar bu konuyu bir daha gündeme getirmediler. Gündeme getirmemelerinin sebebi açıktı; zira Seym’in kararı Ermenilere karşı sadece bir jestti, Seym’in bu talep konusunda ısrar etmek gibi bir niyeti zaten yoktu.
Gürcüler kendi başlarına gereksiz dertler açmak eğiliminde değillerdi (buna ihtiyaç hissetmiyorlardı); Azerbaycanlılar açısından ise Türkiye’nin çıkarları Ermenilerin ve hatta Güney Kafkasya Cumhuriyeti’nin istikbaline kıyasla daha önemliydi. Elbette delegasyonun Ermeni üyeleri kendi isteklerini Tatarlara ve Gürcülere kabul ettiremediler. Adil olmak adına şunu belirtmek gerekir ki, bizim o dönemdeki müttefiklerimiz (Gürcüler ve Tatarlar) Ermenilerin taleplerini gayet içtenlikle savunabilseler bile başarılı olamazlardı.
Güç dengesi Türkiye’nin lehineydi, dolayısıyla taviz vermek için herhangi bir sebep yoktu. Bu husus bizler -delegasyonun Ermeni üyeleri- tarafından da bilinmekteydi.
Sınırlar meselesi çetin görüşmelere ve tartışmalara konu oldu. Türkler, Güney Kafkasya ile Türkiye arasındaki sınırın, Rus Bolşevikler le yapılmış olan B rest Anlaşması’yla belirlenmiş olduğu görüşündeydiler; keza Trabzon’a bu anlaşmayı tartışmaya açmak için değil, sadece yeni komşuları olan Güney Kafkasya Cumhuriyeti’yle dostluk ilişkileri kurmak için geldiklerini ifade ediyorlardı.
Güney Kafkasyalılar ise Brest Anlaşması’nı tanımayarak, Türkiye’ye yönelik toprak tavizleri konusunun Güney Kafkasya halklarının yetkisinde olduğunu düşünüyorlardı. Diğer bir deyişle, Güney Kafkasya delegasyonu Sovyet hükümetinin meşru yetki sahibi olduğunu (bir taraftan bu hükümetin Rusya’nın kendi içinde bile tanınmadığı, diğer taraftan büyük savaş döneminde açıklanmış olan halkların kendi kaderlerini belirleme sloganı doğrultusunda Güney Kafkasya’nın gerçek sahiplerinin meşru olsa bile bir Rusya hükümeti değil, bölge halklarının bizzat kendileri olduğu gerekçesiyle) kabul etmek istemiyordu.
Bu yaklaşımı savunmak, sadece uluslararası hukuk düzeninde yeni ve tartışmalı olması yüzünden değil, esasen Türk ordusunun günbegün güçlenmesi ve Güney Kafkasya ordusunun dağılmak üzere olması yüzünden gayet zordu. Uluslararası anlaşmazlıklarda güç sahibinin haklı olduğu da bir sır değildir.
Bu yaklaşımı savunabilmenin bir zorluğu da, delegasyonun kendi bünyesinde bir birliğin olmamasından kaynaklanıyordu.
Gürcüler öncelikle Batum ve Acara konularıyla ilgili olup, bu bölgeyi (kısmen ya da tamamen) kurtarabilmek için, Kars ile Ardahan’ı Türklere bırakmaktan yanaydılar.
Bunan aksine Kars Ermenilere lazımdı. Kars’ın elde edilebilmesi için biz Acaristan’da büyük tavizler vermeye hazırdık. Azerbaycanlılar ise Güney Kafkasya Federasyonu’nun dördüncü (veya Dağıstan da hesaba katılırsa beşinci) cumhuriyeti olarak Acaristan’da yeni bir Güneybatı Müslüman Cumhuriyeti’nin kurulmasını istiyorlardı.
Aksi takdirde Acaristan’ın Türkiye’ye bağlanması gerektiğini düşünüyorlar, Acaristan’ın Gürcistan’a bağlanmasını istemiyorlardı.
Kars ve Ardahan konusunda Azerbaycanlılar tamamen Türklerin görüşünü savunuyorlardı. Onlar Kars ile Ardahan’ı Türk toprakları olarak görüyorlardı ve bu yüzden buraların Türkiye’ye bağlanmasını gayet doğal buluyorlardı.
Türkler içimizdeki görüş ayrılıkları konusunda fevkalade bilgiliydiler ve bu yüzden kendi görüşlerinde ısrar ediyorlardı.
Büyük tartışmaya sebep olan başka bir konu daha vardı: Türkler Güney Kafkasya’nın Rusya’dan ayrılmış olduğunun ilan edilmesini istiyorlar, bizimle anlaşma yapılmasının ancak bundan sonra mümkün olabileceğini düşünüyorlardı.
Güney Kafkasya delegeleri, Güney Kafkasya’nın fiziksel olarak ayrıldığını ve fiilen bağımsız olduğunu ısrarla söylüyorlardı. Türkler ise gayet haklı olarak, uluslararası bir anlaşmanın imzalanabilmesi için fiili durumun yeterli olmadığını, hukuki bir zemin olması gerektiğini ve bunun için de belli formalitelerin yerine getirilmesinin zorunlu olduğunu ifade ediyorlardı.
Verimsiz görüşmeler tam bir ay sürdü. Görüşmelerin uzatılması Türklerin lehineydi (yoksa onlar bu görüşmeleri her an kesebilirlerdi).
Zaman geçiyordu, bizim askeri gücümüz ve savunma yeteneğimiz sürekli zayıflıyor, Türklerinki ise artıyordu. Bizler Trabzon’da toplantılar yaparak yazışmalada uğraştığımız sırada, Türk ordusu hiçbir engelle karşılaşmadan ilerliyordu. Mart sonunda Erzurum’u, Nisan başlarında ise Batum’u ele geçirdiler.
Buna rağmen Seym yenilgiyi kabul etmiyordu.
Türklerin Brest Anlaşması’nda yer alan hiçbir şeyden taviz vermeyecekleri açıklığa kavuştuğunda Seym kendi delegasyonunu geri çekti ve Trabzon görüşmeleri kesildi (bunu “ara verme” olarak adlandırdılar).
14- Seym’de ve federasyon hükümetinde daha ilk günlerden başlayarak yaşanan iç anlaşmazlıklar, bu dönemde daha belirgin biçimde açığa çıktı.
Türklerin başarıları Azerbaycanlıları yüreklendirdi; onların delegasyonu Trabzon’da Türklerle daha uzun süreli görüşmeler yapmak ve ortak bir hareket planı oluşturmak imkanına (ki bu imkanı elbette kullandı) sahipti. Seym’de Azerbaycanlılar Türklerden yana olduklarını saklamıyorlardı. Türkiye’nin görüşünü savunarak ve geliştirerek,
Güney Kafkasya’nın bir an önce Rusya’dan ayrılmasını, Türkiye’ye önemli tavizler verilmesini, keza onlarla anlaşmaya varılarak savaşın durdurulmasını talep ediyorlardı; zira Müslüman demokratlar olarak dini duygularının Türklere karşı savaşa aktif biçimde katılmalarını engellediğini ifade ediyorlardı.
Bir Musavatçı konuşmacı tarafından Seym kürsüsünden dile getirilen bu sözlerin, Türkiye ile savaşın devam ettirilmesi durumunda Güney Kafkasya Tatarlarının, değil bizimle aynı saflarda olmak (ki fiilen hiçbir zaman bulunmadılar ve Türkiye cephesinde savaşmadılar), bize karşı savaşabilecekleri biçiminde anlaşılması gerekirdi.
Gürcüler, esasen Seym’in Menşevik fraksiyonu gibi tereddüt ettiler.
Onların arasında iki akım, iki farklı eğilim (Rusya eğilimi ve Alınan-Türk eğilimi) vardı. Rusya eğilimliler Rusya’dan kesin biçimde ayrılmak istemiyordu, fakat Brest Anlaşması’nı kesinlikle kabul edilemez olarak değerlendirdiklerinden, bu koşullarda bir baştansa savaşın daha makbul olduğunu düşünüyorlardı. İkinci akımı temsil edenler Rusya’ya karşıydılar; Gürcistan’a yönelik Rus tehdidini Türk tehdidine göre daha önemli buluyorlardı. Bu yüzden Türklerle anlaşabilmek için azami tavizleri vermeye hazırdılar (açıkça söylemek gerekirse onlar Ermenistan’ın hesabına tavizler vererek, Acaristan’ın tamamını olmasa da en azından Batum’u ve oradaki limanı kurtarmayı umuyorlardı).
Ermeniler (Seym’deki Taşnak fraksiyonu) Rusya’dan ayrılmak istemiyor ve Türkiye’den de iyi bir şey beklemiyorlardı. Ermeniler, Türk saldırılarının silah gücüyle durdurulmasından yanaydılar, zira herkesten daha fazla kendilerinin (belki de sadece kendilerinin) zarar göreceklerine inanıyor ve hala bir askeri başarı kazanabileceklerini ümit ediyorlardı.
Nisan ayında Gümrü’de Ermeni Milli Meclisi toplandı ve bu konuyu ele aldı. Bu satırların yazarının orada sunduğu tebliğe rağmen, toplantıda Brest Anlaşması’nın reddedilmesine ve savaşın devamına karar verildi. Fakat bu kararı gerçekleştirmek kısmet olmadı, zira biz duruma hakim değildik, hatta kendi kaderimiz bile kendi elimizde değildi.
Gürcülerin tereddütleri uzun sürmedi. Seym’de Alman-Türk akımı zafer kazandı ve bu zaferin sonucu olarak 22 Nisan tarihinde Seym, Güney Kafkasya’nın Rusya’dan ayrılmış olduğunu tantanayla açıkladı. Bu vesileyle Gürcü ve Tatar liderler Seym toplantısında duygulu konuşmalar yaptılar. Taşnak fraksiyonu ayrılma önerisine katıldı, ama hiçbir konuşma yapmadı.
Bizim bu ayrılmayı kabul etmemiz kolay değildi. Ama başka bir yol yoktu. Bizim karşı gelmemiz durumunda Güney Kafkasya Federasyonu dağılacak; Gürcüler ile Tatarlar anlaşarak Türklerle barışacak ve biz yalnız kalacaktık; karşımızda da Türk ordusu olacaktı.
Rusya (ne Bolşevik ne de anti-Bolşevik olanı) o dönemde istese bile bize yardım edemezdi. Biz sadece yalnız değildik; cephe gerimizde tekin değildi, zira Türklerle beraber Azerbaycanlıların (ve belli olmazdı, Ahılkelek, Lori ve Pembek’i kesin olarak ele geçirebilmek için belki Gürcülerin de) üzerimize geleceği açıktı. Güney Kafkasya Federasyonu’na herkesten fazla ihtiyacı olan bizler onun dağılmasını istemedik. İşte bu yüzden komşularımıza uyduk.
15- 25 Nisan günü Kars düştü; hemen hemen hiç savaşılmadan, zira kalenin Türklere teslim edilmesi konusunda Tiflis’ten talimat gelmişti. Bu haince talimat bizden habersiz olarak gönderilmişti ve halkın büyük tepkisini çekti. O gün Federe Cumhuriyetin kaderi bir pamuk ipliğine bağlıydı.
Ama olan olmuştu. Bizim en önemli stratejik mıntıkamız olan Kars kalesi artık Türklerin elindeydi; tereddütlere ve ihmale yer yoktu. Seym, hareket noktası olarak Brest Anlaşması’nı kabul etti ve Trabzon’da kesintiye uğramış olan görüşmelerin devam ettirilmesine karar verdi.
Görüşmelerin yeni aşaması Mayıs’ın ilk günlerinde Baturu’da (o tarihe gelindiğinde Tükler oraya artık iyice yerleşmişlerdi) başlatıldı.
Bu defa Türkler farklı bir dille konuşuyorlardı. Brest Anlaşması onları artık tatmin etmiyordu. Trabzon görüşmeleri sonrasında yeniden kan döküldüğünü ve bunun tazmin edilmesi gerektiğini söylüyorlardı. Esasen Ermenistan toprakları hesabına yeni tavizler talep ediyorlardı. Uzun ve yararsız görüşmeler yeniden başladı.
Birkaç ay önce Trabzon’da adını bile duymak istemediğimiz Brest Antlaşması şimdi bizim tek isteğimiz haline gelmişti. Fakat Türkleri ikna etmek imkansızdı. Boğazımıza sıkıca sarılmışlardı ve bırakmak istemiyorlardı.
15 Mayıs tarihinde Türk birlikleri Arpaçay’ı (Brest Antlaşması’na göre burası sınırdı) geçerek birkaç saat içerisinde Gümrü’yü işgal ettiler ve Karakilise’ye doğru harekete geçtiler.
Çekilmez bir durum söz konusuydu.
Gürcistan’ın ve Güney Kafkasya’nın başkenti olan Tiflis de tehdit altındaydı. Baturu’da sürdürülen görüşmelerde ise bir ilerleme yoktu.
16- Seym’de yaşanan anlaşmazlıkları hiçbir tavizle yatıştırmak mümkün değildi. Bir patlama kaçınılmazdı.
Gürcüler, bizim onların sırtında gereksiz yük olduğumuzu, biz olmadan kendiişlerini kolayca halledebileceklerini görebiliyorlardı.
Azerbaycanlıların ise bir tek arzusu vardı: Bir an önce Türklerle birleşerek Bakü’ye girmek. Türklerin zaferleri sonrasında Azerbaycanlıların Güney Kafkasya Federasyonu’na ihtiyaçları kalmamıştı. Gürcüler onlara gerekli değildi, Ermenileri ise düşman olarak görüyorlardı.
Parçalanma anı gelmişti.
26 Mayıs günü, Seym, Güney Kafkasya halkları arasında savaş ve barış konularıyla ilgili esaslı görüş ayrılıkları olduğunu dikkate alarak, kendisini feshetti ve yetkilerinden feragat etti.
Aynı gün içinde ve aynı binada Gürcü Milli Konseyi, Gürcistan’ın bağımsızlığını tantanayla ilan etti.
Bir gün sonra aynı adımı Azerbaycan da attı.
Sıra Ermenistan’a gelmişti.
Biz bağımsızlığımızı ilan etmeli miydik; kendi devletimizi kurmak ve onu yaşatmak imkanımız var mıydı?
Bu: sorular gülünç olabilecek derecede gereksizdi. 1918 Mayıs’ının sonlarında seçim yapmak için ne yer ne zaman vardı. Tarih bizi belli bir duruma getirmişti. Cesaretimizi toplamak ve bunu çözmek zorundaydık, zira yok olmak istemiyorduk Ermenistan’a sahip çıkmalıydık, al Küçücük bir tereddüt ve ihmal bir res nullius (sahipsiz nesne) durumunu doğuracaktı ve bu halimizle, komşularımız olan Türkler, Gürcüler ve Tatarlar için ganimet haline gelecektik.
28 Mayıs tarihinde gecenin geç saatlerinde Merkezi Milli Konsey, Ermenistan’ı bağımsız devlet ve kendini de bu devletin en yüksek egemen mercisi olarak ilan etti.
Konsey, Milli Kurul’dan böyle bir yetki almamıştı, buna rağmen böyle bir biçimsel engel karşısında tereddüt etmedi ve sonraki dönemde hiç kimse onu, yetkilerini aşmakla suçlamayı düşünmedi.
Herkes başka bir çıkar yol olmadığının farkındaydı.
17- 22-26 Mayıs tarihlerinde Serdarabat, 25-28 Mayıs tarihlerinde de Karakilise muharebeleri yapıldı.
Ermeni halkı kendi varlığını korumak için bütün gücünü ortaya koymuştu. Hiç kuşkusuz bu çetin muharebeler, halk kitlesinin (zira artık bir ordu yoktu) sergilediği bu kahramanca direniş (özellikler Karakilise civarında) Türklerin gözünde bizim önemimizi bir o kadar artırdı ve barış yapılmasına imkan sağladı.
Bu defa artık Ermenistan Cumhuriyeti adına hareket eden ve Milli Kurul’dan yetki almış olan Ermeni delegeler tekrar Batum’a döndüler ve 4 Haziran günü antlaşma imzalandı.
Ermeni halkının yaşamında bu yeni bir dönemdi; çok çok eskilerde kaybedilmiş olan devlet düzeninin yeniden doğuş dönemi.
18- 1 Ağustos tarihinde Erivan’da Ermenistan parlamentosu çalışmalarına başladı ve ilk hükümet kuruldu.
Meclis yine aynı Milli Konsey üyelerinin mevcut sayısı üç katına çıkarılarak oluşturulmuştu. Üyeler arasına 6 Müslüman, bir Rus ve bir Yezit3 eklenmişti. Çoğunluk EDP Taşnaksutyun’a aitti. Bizim fraksiyon 47 oydan 18’ine sahip olduğu ve başka hiçbir fraksiyonla blok kuramadığı için parlamentonun istikrarlı bir merkezi ve belli bir siyasal kimliği yoktu.
Hükümet de istikrarlı değildi. İlk 10 ay zarfında bakanlar kurulu dört kere değişti, fakat bu hükümetlerde başbakan hep aynı kişiydi.
Kurulan ilk hükümetler koalisyondu (Taşnaklar, Kadetler ve bağımsız bir savaş bakanı). Koalisyon hükümetinin sağlam bir temeli yoktu, zira parlamentoda garantili bir çoğunluğa sahip değildi (Kadetler sık sık Taşnaklardan ayrılıyorlardı). En önemlisi de koalisyon hükümetini oluşturan partiler arasında program temelinde belli bir anlaşma yoktu. Partimizin hükümete karşı takındığı tavır da bu konuda bir engel oluşturmaktaydı.
3 Yezit Kürdü kastedilmektedir. (Çevirenin notu.)
19- Çok önemli bulduğum ve aşağıda açıklanacak olan bir yanIışı da burada ele almak isterim.
Ermenistan demokratik bir cumhuriyetti. Taşnaksutyun buna karşı değildi, ayrıca bu konuda ısrarcı olmuştu. Cumhuriyet, parlamenter devletlerin sahip olduğu kurumlara sahipti; halk temsilcilerinden oluşan tek meclisli yasama organı ve ona karşı sorumlu olan bir hükümet vardı. Parlamento söz konusu dönemde faaliyet gösteren dört partinin ve etnik azınlıkların temsilcilerinden oluşmaktaydı,
Parlamento daha sonra demokratik ilkeler (beş öğeli seçim sistemi) doğrultusunda oluşturuldu. Hükümet kendi yetkilerini yasama organından almaktaydı (Ermenistan’da cumhurbaşkanı yoktu) ve ona karşı sorumluydu.
Biçimsel olarak böyleydi.
Gerçeklik ise farklıydı.
Gerçekte bizim parti hem yasama organını hem de hükümeti kendi kontrolü altına almak istiyordu. Açıkça bir diktatörlük ilan etmeye cesaretimiz (ve de imkanımız) yoktu. Ve parlamento çerçevesinde de kalmak istemiyorduk; Ermenistan’da ittihatçı bir çizgi (demokratik yönetim bayrağı altında parti diktatörlüğü) izlemeye çalışıyorduk.
Sonuçta hakimiyet, kesinlikle müsaade edilmemesi gereken biçimde iki başlı bir hale geldi; hakimiyet, resmen parlamentoya ve onun kurduğu hükümete, fiilen ise partiye ve onun organlarına aitti.
Tabii ki resmi ve gayrı resmi olarak uygulanan bu iki hakimiyet türü birbirini yalnızca engellemekteydi. Resmi kurallar partinin özgürce ve hızlı davranmasına, kendi iradesini ortaya koymasına imkan vermiyordu; partinin müdahaleleri de hükümetin kendi uygun gördüğü biçimde hareket etmesini engelliyordu. Bu durum, koalisyon kurulması işini son derece zorlaştırıyordu. Gerçekten de koalisyon hükümetinin yabancı unsurları, kendilerine ait olmayan, hükümet dışındaki, müdahale edemedikleri parti kurumlarında belirlenen politikaları uygulamak zorunda kalıyorlardı.
Geçtiğimiz yaz döneminde, partinin yetkili organının verdiği görev doğrultusunda, bu hassas konuda bir rapor hazırlayarak genel kurula (parti kongresine) sundum. Benim raporum Konstantinopol’de düzenlenen bölge toplantısında okundu.
Burada ise bu konuda sadece birkaç satırla yetineceğim.
20- Kasım ayında genel barış ilan edildi. Almanya ve onun müttefikleri yenilgiye uğradılar.
Alman birlikleri aceleyle Gürcistan’ı terk ettiler. Türkler de kendi eski sınırları içine çekildiler.
Ay sonuna doğru İngiliz birlikleri -bizim müttefiklerimizin birlikleri- Batum’a girdiler. Biz yeni umutlar beslemeye başladık.
Sanki bizim Güney Kafkasya’daki durumumuz köklü biçimde değişecekti.
Zira galipler ve Tiflis’te Alman birliklerinin yerine gelenler bizim müttefiklerimizdi. Biz de ortak düşmana karşı aynı saflarda savaşmıştık Tabii ki bizler, Almanlarla cilveleşen Gürcülere ve açıkça Türklerin safına geçmiş olan Azerbaycanlılara kıyasla, İngilizlerin özel dostluğuna mazhar olacaktık.
Yine yanılmıştık. İngilizler herhangi bir fark gözetmiyorlardı.
Bizim onların müttefiki olduğumuzu sanki bilmiyorlardı ya da unutmuşlardı. Gürcülere ve Azerbaycanlılara karşı sergiledikleri cömertlik kesinlikle beklenmedik ve anlaşılmaz bir durumdu. Elbette biz İngilizlerin bu tutumundan memnun olmadık ve onların vefasız olduğunu düşündük. Bu, anlaşılmaz bir durumu kendimize açıklamanın en kolay yöntemiydi. Onların vefasız olduğu kanısına vardık ve içimiz rahatladı. Ama bu vefasızlığın nedenlerini araştırmadık.
21- Aralık başlarında bir Gürcistan-Türkiye savaşı çıktı, ama çok uzun sürmedi. Türkler Gümrü’den Pembek’e hareket ederek Karakilise’yi ele geçirdiklerinde, Gürcüler bundan yararlanmış ve Ermenistan’ın Lori bölgesine asker sevk etmişlerdi. Fakat Türkler geri döndükten sonra Gürcüler Lori’yi boşaltmak istemediler. Tersine her fırsattan yararlanarak orada yerlerini pekiştirmek istediler .
Bölge halkının itirazlarını acımasızca bastırdılar. Lori, Ermenilerle Gürcüler arasında bir ihtilaf konusu, en ciddi sınır sorunu oldu.
Bize baskı yapabilmek için Gürcistan bizi dış dünyadan fiilen kopardı ve kendi sınırlarımıza hapsetti. Mültecilerimizi beslemek için yurtdışından getirilen buğday bile Gürcistan’da birçok engelle karşılaşıyor, yerine tam olarak ulaşmıyordu.