Ermeni Raporu

Ermeni Raporu-9-İlk Başbakan Ovanes Kaçaznuni’nin Sunumu-6

Ermeni Raporu-9-İlk Başbakan Ovanes Kaçaznuni’nin Sunumu-6

MEKTUBA YANIT

Sunmuş olduğum tebliğle ilgili olarak, parti yoldaşım ve şahsi arkadaşım NN’den eleştirel bir mektup aldım ve onu ayrıntılı biçimde yanıtladım.

Yanıt mektubumu, bazı kısaltmalar yaparak, okuyucularla paylaşmayı gerekli buluyorum, zira bu mektupta aynı konudaki temel görüşlerim geliştirilmiştir.
Ov. Kaçaznuni

Sevgili NN
Senin mektubunu 22 Haziran günü aldım.

Benim tebliğimi, senin yazdığına göre ad hominem1 olarak yorumlayanları izlemediğini ve onlara katılmadığını duymak teselli vericidir. Bu yorumların nasıl olduklarını tahmin edebiliyorum.

Nasıl bilebiliriz ki, belki de bu yorumcular haklıdır. Zira bu homo sum, et humani nihil .. . 2 geriye kalanını sen biliyorsun (kendi Latince bilgime pek güvenemiyorum).

Sen kendin ise, benim akli yeteneklerimden kuşkulanmakla yetinmişsin.

Belki de sen haklısın (ki Nasrettin Hoca, benzeri durumlarda böyle derdi); bütün bu yaşadıklarımızdan sonra bizlerden kim akli dengesini koruyabildiğini garanti edebilir ki?
1 Ad hominem: Kişisel dürtü. (Çevirenin notu.)
2 Mo sum, et humani nihil: İnsana ait olan hiçbir şey bana yabancı değildir anlamındaki bu söz, MÖ 2. yüzyılda yaşamış olan Romalı şair Terentius’a aittir. (Çevirenin notu.)

Ahlaki iflas ve düşünce zayıflığına gelince, yani bunlar benim tezlerime karşı sanki birer usavurma mı?

Benim “nekrolog”umun3 çok “itinayla ve mantıksal gerekçelerle” düzenlenmiş olduğunu yazıyorsun.

Neden, biliyor musun?

Mesele şu ki, benim tebliğim “işsizlikten yapılan bir oyuncak”, “görüş ve bir şeyler” değil. Bu hacimli metinde, üzerinde on kere düşünmediğim bir tek görüş, yazmadan önce on kere tartmadığım bir tek sözcük yok.

Kabul et; Hamlet’le ilgili olarak akıllı Poloni’nin demiş olduğu gibi “eğer bu bir delilikse, herhalde yine de burada bir sistem vardır”.

Ortaya koyduğum “mantıksal gerekçelere” karşı, sadece ahlaki ya da akli durumuma ilişkin fal bakmalar değil, aynı türden mantıksal ya da herhangi bir gerekçe getirilmesini beklemek hakkına sahip değil miydim?
Ama sen, benim görüşlerimi “konferansta hiç kimsenin değerlendirmeye kalkışmadığını” yazıyorsun.

Neden?

Ben yoldaşlarım hakkında, onların benim hakkımda düşündüklerinden daha iyi düşüncelere sahibim, fakat konferans katılımcılarının hepsinin tam bir parti sınırlarının dar görüşlülüğü içinde bulunduğunu söylersem gerçeklere çok da uzak düşmeyeceğim.

Ben kendim benzer zaaflardan kurtulmuşum dersem, bunu tevazudan uzak bulma.
Ben (dar anlamda) partili değilim ve hiçbir zaman da böyle olmadım, bu yüzden de bunca yıl boyunca parti içinde yalnız kaldım.

Ben sade bir Ermeniydim, yurtsever bir Ermeni. İşte lekelenmiş, bunca hakarete, bunca istihzaya maruz kalmış olan sözcük. Ama gerçek şu ki, benim bütün varlığım bu sözcüktedir. Ben Ermeni yurdunu ve Ermeni halkını seviyorum … Bu fakir ve sert tabiatlı ülke ile bu cahil, pasaklı, içine kapalı, kendine aşık ve çıkarcı halkı seviyorum. Sadece erdemlerinden dolayı değil; bütün kusurları ve yaraları ile bir arada …
3 Nekrolog, Rusya’da ölen her kişinin ardından yazılan, onu, hayatını, fikirlerini anlatan yazı demektir. (Çevirenin notu.)

C’st plus fort, que moi4 diyebilirdi bu durumda bir Fransız.

Seviyorum çünkü kendimi onun ayrılmaz bir parçası olarak hissediyorum; kanı kanımdan, canı canımdan … kendi kişisel mutluluğumu onun kolektif mutluluğuna bağlamışım.

Uzun yolculuğumuz sırasında konuştuklarımızı hatırlıyor musun?

Sen, Ermeni halkı ile senin arandaki ilişkinin bir ülkü ilişkisi olduğunu, bilinç ile borç duygusunun seni önce parti ve daha sonra da devlet işlerine bağladığını anlatmıştın. Ben ise tersine, bu ilişkimin örgütsel olduğunu ifade etmiştim.
Bilemiyorum, sen kendi iç dünyanı ne kadar doğru biçimde tahlil edebilmiştin, ama ben gerçeği söylüyordum.

Benim içimde konuşan, bir Ermeni’dir, işte benim görüşlerimin açıklaması da burada yatıyor; başka bir açıklama aramayın, yanılırsınız.

İçimde yargılayan, karşılaştıran ve seçim yapan bir Ermenidir.

Benim açımdan partinin, sadece belirli bir işi yürütebilme yeteneğine sahip olduğu için bir anlamı vardır; bunun ötesinde bir şey ifade etmez. Parti kendi başına hiçbir zaman benim tapındığım bir nesne olmamıştır. Ben her zaman insanın perbiz için değil, perbizin insan için olduğuna inanmışımdır.

Elbette benim sözlerim çok banal ve kimse aksini söylemez.

Söylemez, ama (bilinçli ya da bilinçsiz olarak) yapmaz mı?

Parti prangalarından kurtulmak kolay değildir. Uzun süreli parti yaşamı insanın manevi yapısını etkiliyor; insan, konuları parti disiplini çerçevesinde algılıyor, yaklaşıyor ve çözüyor.

Daha ötesi; zaman içinde parti basit bir araç olmaktan çıkarak amaca dönüşüyor; meseleler araca tabi duruma getiriliyor, parti çalışması bir partili için bir nevi zanaat oluyor (bu kaba ifade için beni affet, başkasını bulamıyorum).
4 C’st plus fort, que moi: Kendimden daha çok. (Çevirenin notu.)

Uzun yıllar önce rahmetli Rostom’la konuştuklarımı hatırlıyorum.

İran devriminin başlarındaydı. Bizim bu devrime katılmamız konuşuluyordu. Ben Taşnaksutyun’un İran’da bir işi olmaması gerektiği, oraya karışmanın basit bir macera olacağı konusunda ısrar ediyordum.

“Tamam”, dedi bana Rostom, “Rusya’da devrim bastırılmış,

Türkiye’de ittihatçılarla anlaştılar, İran’da ise söylediğin gibi mücadeleye karışmamalıyız … Peki biz ne yapalım?”
Yüzünde sorunun şaka olsun diye sorulduğunu gösteren, ona has hoş bir gülümseme vardı. Ama sen, bu şakanın altında derin bir psikolojik anlam saklandığını ve fevkalade iyi bir partili olan Rostom’un bu rahatsız edici soruyu içinin derinliklerinde gerçekten de taşımakta olduğunu anlıyorsun.

Şahsen benim için böyle bir durum söz konusu olmamıştır ve bugün de söz konusu değildir. Benim açımdan Roma, Sezar’dan daha değerlidir, daha doğrusu, Sezar sadece Roma’ya gerekli olduğu için bir değer ifade etmektedir.

Günümüz koşullarında Ermenistan’ın ve Ermenilerin Bolşeviklere ihtiyaç hissettiğini gördüğümde şöyle diyorum: Yerimizi Bolşeviklere verelim, bu onların hakkıdır, zira durumu yalnız onlar kurtarabilecektir.

Konferans bu konuyu görüşmek bile istemedi.

Neden?
Çünkü sevgili NN, katılımcıların her biri ayrı ayrı, gizli ve belki de bilinçsiz olarak, kalbinin derinlerinde bu soruyu soruyordu:

“Peki biz ne yapacağız?”

Bence bu başa bela “biz” sözcüğü konferansın aklını zincirledi.

Ve “biz”, yani geçmişte gerçekten de parti yaşamıyla yaşayan ve şimdi ne yapacaklarını bilmeyen “onlar” kimdir?
Nihayetinde birkaç on ya da olmadı birkaç yüz kişi.

Benim teşhisim doğruysa, demek ki hiçbir çağrı, hiçbir uyarı, bu yenilmez kendini savunma güdüsünü sarsamaz. Ben seni ikna edemem, zira burada kanaatler değil, daha güçlü olan bir şeyler çalışmaktadır.

Ben seni ikna etmek için yazmıyorum, sadece beni doğru anlamanı istiyorum.

Elbette yeni bir soru da sorulabilir: Senin beni iyi anlaman kime ve ne için gerekli; ya da tebliğimle ilgili yanlış bir yorum yapsan ne olacak ki … Bu durumda ad haminem dürtüsünü, beni sana bağlayan ve açıklama yapmamı zorunlu kılan yoldaşlık ve dostluk bağlarını hatırlamanın yeridir. Benim bu yazım da aynen senin 2 Haziran tarihli mektubun gibi “amaçsız”; belli bir amaç yok, sadece manevi bir ihtiyaç söz konusudur.

Belki başka bir şey daha var: Sana yazarken, ben sanki senin üzerinden, konuya açıklık getirilmesini isteyen kalabalık bir insan topluluğuna sesleniyorum.

Senin mektubunu tekrar okuyorum.

Anlıyorum, benim uzunca bir tebliğde ele aldığım konuların tamamını sen bir tek mektuba sığdıramamışsın. Keza yazmış olduğun az. sayıda konuyu da yeterince gerekçe getirerek destekleyememişsin.

Ama en önemli, en can alıcı olan ifade edilmiştir ve sen benim tezlerime karşı en güçlü usavurmayı ortaya koymuşsun … Ve ben şaşkınlık içindeyim; bu adam kendi usavurmalarının ne denli kırılgan, zayıf ve inandırıcılıktan uzak olduğunu doğrudan göremiyor mu?

Sen, “RDP Taşnaksutyun, uzak sosyalizme can atan bir parti olarak değil, belirli bir amaca hizmet etmesi öngörülen bir parti olarak kuruldu” biçiminde ifade ettiğim görüşüme itiraz ediyorsun; hatta benim yaklaşımımı anlamaya çalışmadan, Taşnaksutyun’un kendi misyonunu tamamladığını söylerken hangi gerekçelere dayandığımı soruyorsun, zira bugün de ortalıkta bağımsız bir Ermenistan yok.

Senin bu sorun, benim tebliğimi ya gereğince dinlemediğini ya da benim tam olarak açık biçimde anlatamadığımı ortaya koymaktadır. Senin sorduğun soruyu ben de kendime sordum ve cevap verdim
(gerçekten de ben tebliğimi çok kısa ve şematik biçimde düzenlemek zorunda kalmıştım).

Tekrar ediyorum.

Taşnaksutyun kendini, artık amaçlarına ulaşmış ve varlık sebebi olan ideallerini (değişken niceliklerin matematik “değerleri” gibi, idealler de her zaman öndedir; ona yaklaşılabilir ama hiçbir zaman ulaşılamaz) gerçekleştirmiş olması anlamında tüketmemiştir.

Konu şu ki, Taşnaksutyun artık belirli bir yol almış, yaşamsal meselesini belirli bir aşamaya getirmiştir ve bu parti artık buradan öteye önderlik edemez.

Bu tezimi bir de daha görsel biçimde açıklamama müsaade et.

Biz Sasun dağlarından ve Varag yaylalarından Ararat vadisine indik; sadece dağlı “vrşik”lerin atlayabildiği yollardan yürüdük; küçücük “hadut humba”ları halinde akşam karanlığında karlar arasına ve taşlar altına saklanarak yol aldık; bu çetin yolda dolaştık, kendimizle beraber Ermeni halkını da dolaştırdık, ama yine de ilerledik… etrafa özgürlük mayası serpiştirerek.

Kan kaybeden ve zayıflayan bizler sonunda geniş bir vadiye ulaştık, orada gözlerimizin karşısında yeni ufuklar açıldı.
Ararat vadisi, bizim uzun yolumuzda ilk büyük aşamadır.

Ama orada yeni bir düzenin güçleriyle karşılaştık ve mücadele koşulları farklıydı.

Ama demiryolunun çalıştığı, orduların hareket ettiği ve makineli tüfeklerin konuştuğu bir yerde, bizim çocukların yaya “vrşikleri”, “haydut humbaları” ve “onpatlar”ı5 güçsüzdür. Başka koşullar, başka çaplar söz konusudur, mücadele yöntemlerinin de farklı olması gerekir.

Bir parti olarak yeni koşullara uyum sağlayabileceğimizi ve eski yöntemleri kolaylıkla değiştirebileceğimizi sanma. İki (ve buçuk) yıllık devlet yönetim deneyimimiz, geçmişin bizi ne kadar engellediğini ve hatta kendi saflarımızda bile ne kadar güçsüz olduğumuzu ortaya koymuştur. 30 yıllık parti yaşamı bize silinmez damgasını vurmuştur; henüz kurtulamadığımız gelenek ve alışkanlıklar, düşünüş ve hareket tarzı oluşturmuştur.
5 On mennili tüfek. (Çevirenin notu.)

Ama en önemlisi şu ki, şimdi bizim muhatabımız Sovyet Rusya’dır.

Bu en büyük ve kararlı güç, ya yanımızda ya da karşımızdadır.

Geçmişte biz Rus hegemonyasından kurtulabileceğimiz ve batıda destek bulabileceğimiz gibi safça bir düşünceye kapılmıştık. Bugün artık bu tür ümitler beslemeye hakkımız yok. Bugün bizim tek dayanağımız Sovyet Rusya’dır. Biz ona karşı mücadele edemeyiz; hatta becerebilsek bile yapmamalıyız, zira orası bize bir sosyal düzen ya da bir devlet rejimi (komünizm ya da sınıfsal diktatörlük) olarak değil, siyasal bir güç olarak gereklidir.

Ermenistan, Sovyet Rusya ile ittifak içinde bulunmalıdır, başka yol yok!

Ama sen biliyorsun, partimiz Bolşevik hakimiyetiyle ittifak kuramaz, zira Bolşevikler bizi tanımak istemiyorlar. Biz ise, dostluğumuzu istemeleri ve bize değer vermeleri konusunda onları etkileyemiyoruz.

Yalnız Ermeni Bolşevikler Rusya ile ittifak kurabilirler, EDP Taşnaksutyun ise Ermenistan’a artık gerekli değildir.
İşte bu anlamda partimiz kendi misyonunu tamamlamıştır, artık yapacağı bir iş kalmamıştır ve kendi varlığına son vermelidir.
“Ermeni Bolşevikler bizim mirasçımızdır” ifadesi sana gülünç görünebilir (bu ifadeyi duysalardı, hiç kuşkusuz Bolşevikler daha çok gülerlerdi).

Fakat beni güldürmüyor, tam tersine her ikinizin anlayışsızlığı şaşırtıyor beni, zira benim söylediğim şey basit bir gerçektir.

Taşnaklar Bolşevik adını duyduklarında, “Şeytanı inkar ediyoruz” diye bağırıyorlar.

Ve Bolşevikler de Taşnak adını duyduklarında “Şeytanı inkar ediyoruz” diye bağırıyorlar.

Boşuna bağırmayın, yoldaşları İnkar edemezsiniz; bu sizin isteğinize ya da seçiminize bağlı değildir.

Taşnaksutyun Ermeni meselesini ele aldı, yürüttü ve Ermeni halkının siyasal kurtuluşunu belli bir noktaya taşıdı; bu noktadan sonra onların yerine Ermeni Bolşeviklerin geçmesi gerekir.

Tarihin akışı böyle.

Beni anlamaya çalış: Ölmeye mahkum olan sadece Taşnaksutyun Partisi’dir, mücadele ise yaşamaktadır.

Sen, Ermenistan’ın bağımsız olmadığını söylüyorsun.

Elbette bağımsız değildir. Ama günümüzdeki durumu (bağımsızlık açısından) savaştan önceki durumla karşılaştıralım, ne kadar büyük bir atılım gerçekleştirilmiş olduğunu göreceğiz.

Savaşın başlangıcında Türkiye Ermenistanı’nın vilayetlerinde Avrupalı “denetçiler” kurulunun oluşturulmasını nasıl bir coşkuyla karşıladığımızı ve Güney Kafkasya Ermenistanı’nda belediye yönetimi uygulamasının başlaması için nasıl çırpındığımızı hatırla …

Oysa Myasnikov ya da Lukaşin hükümeti, Türkiye Ermenistanı’nın vilayetlerinde Avrupalı denetçiler kurulunun ya da Güney Kafkasya’da belediyelerin kurulmasından daha fazla bir şeydir.

Bu “fazla” olan, elbette bizim kayıplarımızla ve verdiğimiz kurbanlarla karşılaştırılamaz. Bunu, 1914 yılında gönüllü birlikleri oluştururken ya da daha önceleri Taşnaksutyun’u kurarken veya Raffi’nin romanları ile Gamar Katil’in “özgür şarkıları”ndan esinlenirken düşünmeliydik.

Ermenistan bağımsız değildir. Evet! Ama ileriye doğru büyük bir adım atmıştır ve bir sonraki adımı atabilmek için, artık ele geçirdiği mevzileri sağlamlaştırması gerekir.

Bu sağlamlaştırma Bolşevizm bayrağı altında gerçekleştirilmelidir (ve artık gerçekleştirilmektedir); işte bu yüzden Ermeni Bolşevikler bizim mirasçılarımızdır.

Ben Ermeni Bolşevikleri bilmiyorum, bizzat tanışmış değilim, onların çalışmalarını uzaktan gözleme imkanım yok, hakim ideolojiyi bilmiyorum, ama kalbimin derinlerinde sağlam bir inancım var … onlar da Ermenidirler ve o kadar Ermenidirler ki, komünizm (ki kendi başına bir engel değildir) onların birer Ermeni gibi düşünmelerini ve hissetmelerini engellememektedir. Zira ben kendim inançlı bir komünistim, Kropotkin ineili’ne inanıyorum; fakat bu İncil, değil benim bir Ermeni olmamı engellemek, tam tersine ulusal kimliğimi ortaya kayabilmem bakımından yeni ve güçlü dayanaklar sağlamaktadır. Biliyorum, benim komünizmim Bolşeviklerin devlet komünizmi değildir ve Bolşevikler benim gibi kusurlu komünistlerin kafasını seve seve kesmektedirler. Fakat bunun, onların
“Ermeniliği” ile hiçbir bağlantısı yok. Sanki Rus Bolşevikler daha mı az “Rus”turlar? Tersine, Rus ulusal psikolojisine sahip ve Rus ulusal çıkarlarına sadık olan, daha fazla Rus insanıdırlar.

Farz edelim ben Ermeni Bolşeviklerin ideolojisi konusunda yanılıyorum; farz edelim Ermenilerin kendi öz topraklarında bağımsızlığı fikri onlara yabancıdır; buna rağmen onlar bizim başlattığımız işi devam ettirmek, bizim elde etmiş olduğumuz mevzileri pekiştirmek, gelecek kazanımlara yardımcı olmak zorundadırlar.
Onlar bunu, hatta kendi isteklerine (gerçekten de karşı yönde istekleri olduğunu varsayalım) rağmen yapmalıdırlar (ve artık yapıyorlar).

Tamam, benim deli olduğuma kesin olarak emin olabilir, en için bir söz daha söyleyeceğim.
İşte söylüyorum: Ermeni Bolşevikler, aslında Taşnaklar; günümüzün yegane Taşnaklarıdırlar, benden de senden de daha fazla Taşnaktırlar. ”

Zira senin ve benim zayıf olduğumuz noktada onlar bizim yerimize geçtiler ve bizim hayatımızın işini yapıyorlar.
Ermenistan bağımsız değildir …

Ama biz gerçekten bağımsız bir devlet kurmayı ne zaman düşünmüştük?

Coşkumuzun ve sarhoşluğumuzun zirveye ulaştığı anlarda bile, bağımsız olmayacağımızı, kaçınılmaz olarak birilerine “bağımlı” olacağımızı sanki bilmiyor muyduk?

Elbette biliyorduk ve bunu bilmemizin bir sonucu olarak, daha hakimiyetimizin ilk gününden itibaren “mandacı” aramaktaydık.

Mesele, sadece, kime ve ne derecede bağımlı olma meselesiydi.

Mesele Rusya’nın lehine çözümlendi ve Ermenistan’ın devlet bağımsızlığı Moskova’nın ciddi, aktif gözetimiyle sınırlandırıldı.

Belki Amerika’yı tercih edecektik…

Fakat tarihin kendine özgü bir mantığı var, biz; onu değiştiremeyiz.

Sovyet Cumhuriyeti, günümüz şartlarında Ermenistan’ın elde edebileceği azami bağımsızlık düzeyidir.
Ve bu az bir şey değil.

Her halükarda şimdi, Ermenistan’ın bugünü ve yarını, 1920 Kasım’ında Erivan’da oturarak devleti yönettiğimiz günlerde olduğundan çok daha iyi biçimde temin edilmiştir.

O günü hatırla!

Son kuvvetlerimizi tükettiğimizde Bolşeviklerin ortaya çıkarak bizi dağıttıkları, fakat ülkeyi savundukları o korkunç zamanı hatırla.

Bu gerçektir.

Günümüzde Ermenistan’da Bolşeviklerin yerine geçebilecek bir gücün olmadığı da tartışılmazdır. Bolşevikler Ermenistan’a lazımdır.

Anladığım kadarıyla sen bu gayet basit gerçeği inkar etmiyorsun; ama taleplerin var, bunlar henüz karşılanmamış ve sen bu noktada Bolşeviklere karşı EDP Taşnaksutyun’u koyuyorsun.

“Vaat edilen Ermenistan nerede?” diye soruyorsun. Bolşevizmin bayrağında böyle bir talep yazıyor mu?
Yazmaz.

Ama bizler; parti kararlarında bu talebi sürekli tekrarlayan bizler, bu konuda hangi perspektiflere sahibiz? Bu siyasal talep ciddi mi yoksa kendimizi teselli etmek için bir formül mü? Yok edilmiş olan Türkiye Ermenistanı ve galip

Türkiye açısından bu talep bugün -1923 Ocak ayında- ne ifade etmektedir?

Bu “iki” Ermenistan ne zaman birleşecek? Azıcık ciddi olmaya çalışalım, zira bu bir devlet adamının başlıca görevidir.

“İkinci” Ermenistan artık mevcut değildir.

Bu korkunç bir söz, ama sözleri telaffuz etmemek işin özünü değiştirilebilir mi?

Sevr Antlaşması imzalandığında biz hala bazı ümitler besleyebilirdik.

Bugün aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Üzerinde bir tek Ermeninin yaşamadığı Ermeni vilayetlerini Türkiye’den kim talep edecek? Türk ordularını ve Kürt “aşiretlerini” oradan kim kovacak?

Türkiye Ermenilerinin dünyanın her tarafına dağılmış olan sefil kalıntılarını kim toparlamalı, evine geri getirmeli, yıkılmış ülkeyi kalkındırmalı, iş ve yaşam imkanını kim sağlamalıdır? Uzun sınırları kim korumalı ve Türklerin ülkemizin içlerine dalmalarını kim engellemelidir?

Bu ciddi ve gayet zor görevin üstesinden gelebilmek için Ermenistan’a kim siyasal destek, askeri güç ve vagonlarla altın verecek?

Bolşevikler “birleşiklik” konusunu gündeme getirmiyorlar …

Evet! EDP Taşnaksutyun, bu Bolşevik kusurunu düzeltebilir mi? O kime ya da neye dayanarak bu muazzam işi gerçekleştirecek?

Elbette dış güçlere … zira içeride Türkler var.

Tekrar ediyorum: 1919-1920 yıllarında biz aldatıcı ümitlere kapılabilirdik, ama bugün sefil bir homenin bile himaye bulamadığı bir ortamda, gerçekler karşısında kör ve sağır olarak kalma hakkımız var mı?

Sen koşullar değişebilir ve Türkiye’nin parçalanması tekrar diplomasi masasına getirilebilir, diyorsun.

Kısa vadede ben böyle bir ihtimal göremiyorum (sen de göremiyorsun).

Daha uzun bir vadede de mümkün değil. Bununla beraber, değişen siyasal koşullarda Bolşeviklerin yönelimlerinin de değişebileceği ve sadece “birleşik” değil, “denizden denize” bir Ermenistan isteyebilecekleri düşünülemez mi?

Eğer Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü tarihsel bir süreç ise, Rusların da sıcak denizlere inişi aynı şekilde tarihsel bir süreç değil mi?

Siyasal bir parti bu tür ihtimallere göre değil, gerçek duruma göre hareket etmelidir.

Gerçeklik ise şudur ki, “birleşik” Ermenistan artık içi boş bir sözdür; bundan daha fazla bir şey değildir.

Bugün iki Ermenistan’ın birleşmesini değil, mevcut cumhuriyetin sınırlarının hiç olmazsa 1914 yılı sınırlarına kadar genişletilmesi meselesi konuşulmalıdır. Ve Rusya’ya dayanan Sovyet iktidarı bu meseleyi belki de halledebilecektik .. Fakat kime dayandığını bilmediğim… (belki Armenofil papazlara ya da felsefe doktorlarına)
EDP Taşnaksutyun değil.

Bazı laflar duydum ya da bazı şeyler öğrendim: Türkler Rusya’dan korkuyor ve eğer Ermenistan Rusya yörüngesine girerse, işgal ettikleri mevzileri hiçbir zaman terk etmeyecekler; örneğin Kars’ı artık geri vermeyecekler, zira burası onlara güvenlik açısından gereklidir.

Fakat Ermenistan Rusya’dan ayrılırsa (yani günümüzdeki Sovyet iktidarı yerini başka bir iktidara, örneğin Taşnaklara verirse) Türkiye kendini güvende hissedecek, sınır tartışmalarında daha tavizkar olacak ve bize sadece Kars ile Sürmeli’yi değil, belki Basen ile Eleşkirt’i de geri verecektir.

Böyle bir Manilov’culuk siyasal bir partiye yakışıyor mu?

Türklerin Rusya’dan korktukları ve gelecekte (belki de yakında) bir çatışma öngördükleri, bu amaçla sınırlarını her vesileyle sağlamlaştırdıkları (örneğin Kars’ı ellerinde tutmak istedikleri) konusunda kuşkum yok. Ama Rusya’dan kopmuş bir Ermenistan’ın Türkiye’ye hiçbir korku veremeyeceğinden de hiç mi hiç kuşku duymuyorum.

Ama bir soru soruyorum: Kendileri için bir tehdit oluşturamayan bu Ermenistan’a Türkler neden toprak tavizleri versinler ki?

Hangi devlet kendi zayıf komşusuna karşı ne zaman böyle bir jest yapmış ki, bizim de Türklerden bunu beklemeye hakkımız olsun?

Neden, hangi mülahazalarla ya da kimlerin baskısı altında

Türkler Kars’ı bize geri vermek zorunda kalsınlar? Rus ordularını karşısında görmeyen Türkiye’nin, kendi amaçlarında ortağı ve dindaşı Azerbaycan’la Ermenistan üzerinden bütünleşrnek istemesi; diğer bir deyişle, tavizler vermek yerine yeni toprak kazanımlarını düşünmesi daha büyük bir ihtimal değil midir?

Sınırlarımızın genişletilmesi konusu sadece Rusya’ya yaslanarak çözümlenebilir, zira sadece Rusya, Türkleri geri çekilmeye zorlayabilir ve bu, toprak kazanabilmek için en pratik yöntemdir; gerisi saflık ya da kendini kandırmaktır. Yani bu konuda da bir ümit varsa, yine Bolşeviklerdedir ve EDP Taşnaksutyun’un yapacağı bir şey yoktur.

Ümit Bolşeviklerdedir diyorum, çünkü söz konusu olan belirsiz ve uzak bir gelecek değil, “bugün”dür.

Sen ise tam da bu belirsiz ve uzak bir geleceğin altını çiziyorsun ve kendi usavurmalarını bu noktada yoğunlaştırıyorsun.

Sen, “bugünkü durum değişebilir, güzel günlerin birinde Rusya -1918’de olduğu gibi- Ermenistan’ı terk edebilir ve kendi işine gidebilir” diyorsun.

Tekrar bizi Türklerle karşı karşıya bırakabilir ve onlarla yeniden anlaşmaya zorlayabilirler… işte Taşnaksutyun Partisi o gün lazım olacak diyorsun.

O gün gelecek mi ve ne zaman gelecek? Bunu ne sen bilirsin ne de ben. Yalnız şunu biliyoruz ki, o gün bugün değildir.

Daha Fazla Göster