Ermeni Raporu

Ermeni Raporu-7-İlk Başbakan Ovanes Kaçaznuni’nin Sunumu-4

Ermeni Raporu-7-İlk Başbakan Ovanes Kaçaznuni’nin Sunumu-4

35- Bağımsızlık döneminde dış dünyada (Polonya’da, Avrupa ve Amerika’da) diplomatik çalışmalarımızın mahiyeti neydi ve hangi sonuçları verdi?

1919 ilkbaharında cumhuriyet delegasyonu ile milli delegasyon, barış konferansına yönelttiğimiz talepleri içeren muhtırayı (memorandum) müttefik devletlere birlikte sundular. •

Bu muhtıraya göre, aşağıda adı geçen toprakların Ermenistan devletinin sınırları içine girmesi gerekiyordu:
Sınırları genişletilmiş Güney Kafkasya Cumhuriyeti (Erivan eyaletinin tamamı, Ardahan’ın kuzey kısmı hariç Kars ili, Tiflis eyaletinin güney kısmı, Yelizavetpol7 eyaletinin güneybatı kısmı);
7 Gence. (Çevirenin notu.)

Türkiye’nin yedi ili (Van, Bageş, Diyarbakır, Harberd, Sivas, Karin, Trabzon; Diyarbakır’ın güney bölgesiyle Sivas’ın batı kısmı hariç); Kilikya’da dört sancak (Maraş, Sis,8 -Celal-Bereket ve Aleksandretta ile Adana).
Karadeniz’den Akdeniz’e, Karabağ dağlarından Arap çöllerine uzanan Büyük Ermenistan tasarlanmakta ve talep edilmekteydi.

Bu emperyalist talep nasıl gerçekleştirilebilirdi?

Ne Ermeni Hükümeti’nin ne de yönetimdeki Taşnaksutyun Partisi’nin böylesine saçma bir projesi vardı. Tersine bizim delegasyon, bir direktif olarak Erivan’dan bizim mütevazı gücümüzle orantılı olan gayet mütevazı talepler getirmişti.

Nasıl oldu da delegasyon “denizden denize” talebini ortaya attı?

Bu garip ve inanılmaz bir durumdur, ama bu talebi Paris Ermenileri öne sürdü ve bizim delegasyon da kolonilerde hakim olan eğilime uydu. Bu eğilim hepimizce bilinmektedir.

Delegasyona şunu söylediler. Eğer bu talepleri öne sürmezse, Türkiye Ermenileri kendi meselelerini “Ararat” cumhuriyetinin meselesinden ayıracak ve büyük devletlere bizden bağımsız olarak müracaat edecekler. Ayrıca Amerika’nın küçük Ermenistan’ı mandasına almayacağını,”denizden denize” Ermenistan mandasını ise üstleneceğini söylediler,

Bizim meselemizin büyük devletler karşısında savunulması bakımından, birbiriyle çelişen talepler öne süren iki ayrı organ olarak hareket etmek tehlikeli olduğundan ve de Amerikan mandası talep ettiğimizden, bizim delegasyon, almış olduğu direktiflere rağmen, bunu onaylamak ve memorandumu imzalamak zorunda kaldı.

Ben bizim delegasyonu suçlamıyorum, taleplerimizin daha mütevazı olması durumunda farklı sonuçlar alabileceğimizi de söylemek istemiyorum. Ama, en temel ve önemli konuların çözümü yönünde kendi irademizi ortaya koyamadık, çalışmaları kendi anlayışımız doğrultusunda yürütemedik, kendi yolumuzla gidemedik, başkalarının bizi peşlerinde sürüklemelerine imkan verdik.
8 Kozan olması gerekir. (Çevirenin notu.)

Paris muhtırası, özellikle kolonilerdeki olgunlaşmamış kafaları heyecanlandırdı. Sanki bir devlete sahip olmak için onun sınırlarının kağıt üzerinde çizilmesi yeterliymiş gibi.

Amaçsız ve abartılmış talepler doğal olarak yerini acı bir hayal kırıklığına terk edecekti.

Kilikya, Harberd ve Sivas’ın anılmadığı (gücümüzü aşan böylesine geniş sınırları öngörmemişti) Sevr Antlaşması hayal kırıklığına ve bilinen şikayetlere sebep oldu. Biz, büyük devletlerin adil davranmadığını, hizmetlerimizi değerlendirmediğini, bizi ödüllendirmediğini, tartışılmaz haklarımızı budadığını ifade etmeye başladık.
Bir süre sonra yeni ve daha büyük hayal kırıklıkları yaşandı.

Kuzey Amerika Devletleri Senatosu Ermenistan mandasını üstlenmekten çekindi; ki biz bu mandaya çok büyük ümitler beslemekteydik.

Başkan Wilson tarafından tasarlanan Ermenistan sınırları da bizi tatmin etmedi. Biz, başkan Wilson’un Sevr Antlaşması’nı tam olarak kullanabileceğini ve bize daha fazla toprak verebileceğini ifade ettik.

Fakat bu dar sınırlar bizim için ulaşılamaz ve elle dokunulamaz “mavi kuştu”.

Türkler ne Wilson çözümünü, ne bizim şikayetlerimizi, ne de Sevr Antlaşması’nı tanıyorlardı. Ermeni topraklarını boşaltmak yerine, yoğun bir biçimde silahlanıyor ve mevzilerini sağlamlaştırıyorlardı.

Müttefikler ise asi Ankara’yı silah zoruyla hizaya getirmek yönünde bir niyet sergilemiyorlardı. Tersine, onunla cilveleşmeye başlamışlardı. Sanki bizim tatmin olmadığımızı görmüyor ve kendi işlerini düzenlemekle uğraşıyorlardı.
(Sık sık “biz”, “bizim” ifadelerini kullanıyor ve bu zamirleri net olarak tanımlamıyorum. Birçok durumda parti ile halk kitlelerini birbirinden ayırmıyorum. İşte yine aynı psikoloji, aynı dar görüşlülük, aynı siyasal ufuksuzluk).
1922 yılında Türkiye Ermenileri can çekişmeye başladı.

Lozan Konferansı’nda ilk defa olarak “home”9 sözcüğü telaffuz edildi ve kayıtlara geçirildi. Sevr Antlaşması tamamen unutulmuştu.

Bağımsız Ermenistan’ın lafı bile geçmiyordu, hatta özerk iller bile anılmıyordu; sadece bir etnik home, yabancı evinde şaibeli bir yurt söz konusu ediliyordu.

Bunun, direnen Ankara’ya barış amacıyla verilen son taviz olduğu ifade ediliyordu.

Home talebi Türkiye için zorunlu olmakla beraber, home’un kendisi de Türk iktidarından bağımsız olacaktı.
Mart ayında durum böyleydi. Yıl sonunda Lozan’da durum farklı bir yöne girdi. Home bir talep olarak öne sürülmüyor, bir dost tavsiyesi ve rica olarak Türklerin insaflı dikkatlerine sunuluyordu.

Bir komedi diyaloğu gerçekleşmişti. Hep kibar ve nazik olan Türkler, bu dost tavsiyesini geri çevirmek zorunda kaldıkları ve bu ricayı yerine getiremedikleri için üzüntü duyduklarını ifade ettiler.

Müttefikler sadece bir umutsuzluk jesti sergilediler. Onlar; “bütün imkanları tükettik, mümkün olan ve olmayan her şeyi yaptık ve bahtsız Ermeniler için bundan daha fazlasını yapamayız” diyorlardı. Ve … kupon konusunu görüşmeye başladılar.

Fakat bu noktada Çiçerin yoldaş Stalin adına devreye girdi ve Türkiye Ermenilerinin geride kalan1arına Kırım’da, Volga kıyılarında ve Sibirya’da sığınak vermeyi önerdi.

Devlet bir home’a dönüştü. Home ise… Sibirya’da bir koloniye. Dağ fare doğurdu; hayır, anlatılması güç ıstıraplar la kurulmuş olan dağ sarsılarak parçalandı, içinden kanlar aktı ve hiçbir şey hatta fare bile doğuramadı.
9 Home: Belli bir etnik gruba sınırlı özerklikle verilen belli bir bölge. yurt. yuva. (Çevirenin Notu.)

Bunlar geçmiş olaylar. Cumhuriyet kurulduktan sonra gerçekleştirmiş olduğumuz zor işleri ve elde edilen sonuçları değerlendirecek olursak, övünecek çok az şeyimiz olduğunu, üstlenmiş olduğumuz devlet kurma ve yönetme yükünü taşıyamadığımızı söylemek gerekir.

Ermenistan koşullarının fevkalade zor ve çalışma ortamının fevkalade olumsuz olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Ama en azından bana göre, kendi güçsüzlüğümüz, devlet yönetmedeki ehliyetsizliğimiz de bunların üzerine eklenmekteydi.

Adil olursak; yönetmek demek öngörmek demekse, biz kesinlikle öngörü yeteneği olmayan, işe yaramaz yöneticilerdik.

Başlıca zaafımız bu noktadaydı.

Dahası, faaliyetimizin amacım belirli ve net biçimde anlamış değildik; rehber bir ilkemiz ve sürekli uygulanabilen tutarlı bir sistemimiz yoktu. Sanki istemeden, tesadüfi koşulların etkisi altında, tereddütle hareket ediyor, kafamızı duvara çarpıyor ve ayaklarımız altındaki zemini körler gibi denemeye kalkıyorduk. İmkanlarımızın sınırlarını bilmiyor ve çoğu zaman bu imkanları abartıyorduk. Engellerin çapını anlamıyor, karşıt güçlerden nefret ediyor ve mevcut tehditlere hafiflik düzeyinde kayıtsız yaklaşıyorduk.

Gayet ihtiyatlı olmamız gereken durumlarda kararlı, kararlılık gerektiren durumlarda ise tereddütlü davranıyorduk.

Devlet ile partiyi ayıramıyor ve parti ideolojisini devlet işlerine karıştırıyorduk.

Bizler devlet adamları değildik.

Daha olumlu koşullarda belki yanlış yaparak, belki takılarak ama sonunda ayaklarımızın altında sağlam zemin bulabilir ve devlet yapısını oluşturabilirdik. Ama o korkunç şartlarda, hiçbir dayanağı olmaksızın kendi başına davranabilen, bir Herkül zahmetine katlanabilen insanlar lazımdı.

Bu sözlerime kimse darılmasın. Bu, kötülük isteyen birisinin duyduğu sevinç değil, sadece bir özeleştiridir.
Zira bu zayıf şahısların en ön sırasında, sizinle yan yana ben de vardım; sizin mücadele arkadaşınızdım, yenilgimiz konusunda sizinle beraber sorumluluk taşıyordum.

“Sorumluluk” dedim … Buraya şunu eklemeye cesaretim yetmedi:

Üstlenmiş olduğumuz sorumluluğun çoğu zaman farkında değildik, ayrıca görevlerimiz konusunda her zaman ve gereken düzeyde dürüst değildik. Cesaretim yok, zira adil olamayacağımdan endişe ediyorum. Ama birileri biliyor; belki bir gün benden daha tarafsız birisi ortaya çıkacak ve bunu adil bir biçimde söyleyebilecektir.

Şimdi neyimiz var?

Aras ile Sevan arasında küçücük ve sözde bağımsız, gerçekte ise canlanmakta olan Rusya İmparatorluğu’nun özerk bir kenar bölgesi durumundayız.

Bir devlet ya da bir home ya da uluslararası diplomatik bir konu olarak Türkiye Ermenistanı diye bir şey yok; bu konu Lozan’da defnedilmiştir.

Daha fazlasını söyleyebilirim: Türkiye Ermenistanı’nda artık Ermeni yok ve bir gün olabilecekleri de ihtimal dışıdır. Türkler kapıları iyice kapatmışlar ve tekrar açmaları için onları zorlayabilecek bir güç de görünmemektedir.
Yaklaşık bir milyon Ermeni, Cumhuriyet sınırları dışında; Gürcistan’da, Azerbaycan’da, Kuzey Kafkasya’da, İran’da, Suriye’de, Konstantinopol’de, Balkanlar’da ve hatta dünyanın bütün ülkelerinde bulunmaktadır.

Dış Ermenilerin yalnız çok az bir kısmı Ermenistan Cumhuriyeti’nde sığınak bulabilmiştir. Geçici zorluklara bağlı olmaksızın; cumhuriyetin aşırı dar sınırları, yığınsal göçlere (Ermeni vilayetlerinde hayatta kalabilen köylülerin ülkeye göç edebilme olanakları söz konusudur) imkan vermemektedir. Diğer taraftan Güney Kafkasya dışında yaşayan Ermenilerin sosyal kimlikleri (ticari merkezIere bağımlı olan ve talan edilmiş köylü ülkesinde beslenme şansı bulamayan küçük burjuvazi) de az bir engel değildir.

Dış Ermeniler, günümüz Ermenistan Cumhuriyeti açısından devlet kurucu bir unsur niteliği taşımamaktadır. Ve bu durum ne kadar uzarsa, onlar da bir o kadar yabancılaşacaklardır.

Kolonilerdeki Ermeniler bir millet unsuru olarak belki de bir süre belli bir değere sahip olacaklardır (ve bu durum, kolonilerde milli bağlarımızı nasıl muhafaza edebileceğimize ve bilincimizi geliştirebileceğimize bağlıdır). Fakat devlet kurucu bir unsur olarak Ermeniliğin sadece Ermenistan’da kalan kısmı ile komşu Gürcistan ve Azerbaycan cumhuriyetlerindeki büyük parçaları bir anlam ifade etmektedir.

Ermeni devleti onlara dayanmalı ve bu zemin üzerinde pekişmelidir.

Kolonilerdeki Ermeniler, en iyi halde, bilinmeyen bir gelecek için bir tür yedek ve yardımcı (gayet mütevazı boyutlarda) güç olarak düşünülebilir.

Günümüzde Ermeni siyasal düşüncesinin doğrudan hedefi, mevcut cumhuriyet ile bu cumhuriyette ve onun hemen komşusu ülkelerdeki Ermeni halkının yaşatılması olmalıdır.

Olanca gücümle bu önerimin altını çiziyorum ve sizin dikkatlerinize sunuyorum, zira bu husus gelecekteki faaliyetlerimiz için bir hareket noktası olmalıdır.

Partimiz bu cumhuriyete, onun rejimine ve hükümetine karşı nasıl bir tutum sergilemelidir?

Bu cumhuriyet bağımsız değildir; Güney Kafkasya Federasyonu’nun ve hatta Rusya’nın bir parçası durumundadır.

Ermenistan fiilen özerk bir eyalet olarak Moskova’nın gözetimi ve kumandası altındadır.

Bu durum partimizi tatmin edebilir mi? Siyasal idealimiz bu mu?

Elbette değil.
Yukarıda hatırlatmıştım, Ermeni Devrimci Partisi (EDP) Taşnaksutyun, Ermenistan’ın Rusya’dan ayrılması konusunda 1918 ilkbaharında istemeden oy kullanmıştı; ayrılmaktan korkuyorduk,

Rusya’ya bağlı kalmak istiyorduk. Fakat bu, bizim bağımsızlık istemediğimiz, idealimizin uydu devlet olduğu anlamına gelmez.

Benim kesin inancıma göre EDP Taşnaksutyun, bilinçli ya da bilinçsiz olarak her zaman Ermeni halkının siyasal kurtuluşu yönünde mücadele vermiştir.

Partimizin varlığının anlamı ve özü, tarihsel görevi, gücü ve değeri bununla ilgilidir. Eğilimi her ne olursa olsun, bağımsızlık fikrinden, daha doğrusu bağımsızlık güdüsünden esinlenmeyen bir tek gerçek Taşnaksutyun mensubu bulunmamaktadır. Bu anlamda partimizin ufukları çok geniş, üye sayısı ise komite defterlerine kaydedilmiş olanlardan kat kat fazladır.

Ben bu görüşlerimi geçen sene Çakatmart’ta geniş biçimde açıklamıştım ve onları burada tekrar etme hakkımın olmadığını sanıyorum.

Yalnız şunu söylemek isterim ki, Ermenistan’ın günümüzdeki siyasal kaderi EDP Taşnaksutyun’un ideali olamaz.
Elbette biz federasyon fikrinin ateşli savunucularıydık (bugün de öyleyiz) ve biliyoruz ki, küçük Ermenistan kendi varlığını başka türlü temin edemez. Ama biz, federe devletlerin kendi özgür iradeleriyle ve eşit haklarla üye olduğu bir federasyondan yanayız.

Günümüz Rusya Federasyonu böyle yapılandırılmamıştır.

Ermenistan Cumhuriyeti bir Sovyet Cumhuriyetidir. Sovyet sistemi teorik olarak sınıf diktatörlüğünü öngörmektedir, gerçekte ise günümüzde Ermenistan’da hakim olan, komünist partisinin diktatörlüğüdür.

Bu tür bir hakimiyet bizi tatmin edebilir mi?

Elbette hayır.

Doğrudur, biz kendi diktatörlüğümüzü kurmak yönünde başarısız bir deneme yaptık, ama diktatörlük (parti ya da sınıf diktatörlüğü) bizim için bir din değildir. Devlet yaşamı ve yönetimi konusunda deneyimsiz olan, iktidar zehriyle zehirlenmiş olan bizler, cazibeye dayanamadık ve ayağımız takıldı. Fakat biz artık yanlışımızı fark ederek çıkış yolları aramaktaydık; eğer geç kalsaydık düşecektik, zira partimizin sadece “dini” değil yapısı da herhangi bir diktatörlüğe müsait değildi. Ermenistan’da kendi gücüne dayanarak diktatörlük kurabilecek herhangi bir sınıf ya da tabaka, parti ya da grup yoktur. Ülkemizde bir diktatörlüğü sadece dışarıdan gelen yabancı bir güç tesis edebilir. Ülkemiz sanki demokratik bir düzen için yaratılmıştır; yalnızca siyasal terbiye ve devlet yaşamı alışkanlıkları yetersizdir.
Bu büyük eksiklik, gerçek demokratik ilkelerin tesis edilmesini zorlaştırmakla beraber, iç dinamiklerden kaynaklanan bir diktatörlük için de zemin oluşturamaz.

Sovyetler Birliği’nde, dolayısıyla Ermenistan’da sosyoekonomik yaşam komünist ilkeler doğrultusunda canlandırılmaktadır (yada denenmektedir).

Biz böyle bir politikayı Ermenistan için gerekli ve yararlı buluyor muyuz?

Hayır, bulmuyoruz.

Ve bu, partimizin şiar edindiği sosyalizmin ne derecede bilinçli ve sindirilmiş olduğuna, keza partimizin yapısına ve onun kolektif ideolojis1ne ne kadar uyduğuna bağlı değildir.

Bu “hayır” sözcüğünü tereddütsüz kullanan ben, kendi dünya görüşüm itibarıyla eski ve ıslah olmaz bir komünist olarak biliyorum ki, değil basit komünist ilkeler, sosyalist düzen de günümüz Ermenistan’ı için uygun değildir.
Ermenistan sosyalizm için olgunlaşmamıştır ve denemeyi haklı çıkarabilecek asgari verilere sahip değildir. Bu yönde sarf edilen bütün gayretler ta baştan başarısız olmaya mahkumdur ve özellikle

Ermenistan emekçilerine karşı bir suçtur.

Ben bu konuyu da Çakatmart dergisinde geniş biçimde ele aldım.
Bu konuda aramızda görüş ayrılığı olmadığını düşündüğümden burada bu kısa satırlarla yetiniyorum.
* * *
Böylece Sovyet Ermenistanı’nın siyasal durumu, ne yönetim biçimi, ne iç sosyoekonomik politikaları bizi tatmin edebilir. Biz bugünkünü değil, başka bir cumhuriyeti arzu ediyoruz.
Dolayısıyla bu cumhuriyete, onun rejimine ve hükümetine karşı nasıl bir duruş sergilemeliyiz?

Kısa ve sade yanıt: Mücadele etmeliyiz.

Fakat karmaşık konular ve karışık durumlar söz konusu olduğunda, kısa ve sade yanıtlar yanlış olabilir.
Siyasal partiler, soyut konuların ele alındığı ve teorik düzeyde çözümlendirildiği birer enstitü değildir; siyasal partilerin varlık sebebi teori geliştirmek (ki bu bir tali çalışmadır) değil, eylemdir ve ayrıca mevcut somut koşullarda gerçekleştirilen eylemdir.

Ama meseleyi bu zemine taşıdığımızda (ki taşımak zorundayız, zira başka türlü olursa feci biçimde yanılırız) yanıt farklı olacaktır.

Mücadele belli bir amacı ve ona ulaşabilmek için gerçek ve yararlı araçlar olmasını öngörmektedir.
Bizim elimizde hangi araçlar var ve bunlar nasıl bir yarar sağlayabilir?

Sovyet düzeni yurttaş özgürlüklerini kabul etseydi, muhalefet olarak bizler basında ve açık toplantılarda kendimizi ifade ederdik;

Sovyetlerin yanlış politikalarını eleştirirdik; kendi etrafımıza yandaş toplardık; gayrı memnun ve direnen unsurları örgütlerdik.

Sovyet düzeni siyasal eşitliği kabul etseydi, bizler seçim kampanyalarına katılır, Sovyetlerde yer edinmeye, yasalarda ve yönetim biçimlerinde istediğimiz düzeltmeleri yapmaya çalışırdık

Fakat Sovyet hakimiyeti ne yurttaş özgürlüklerini ne de siyasal eşitliği kabul etmek istiyor.

Bu hakimiyet bir parti (buna sınıf diyelim) diktatörlüğüdür. Elbette bundan dolayı teessüf etmek, şikayet etmek, kızmak vb. mümkündür, ama durum değişmez, gerçekler birer gerçek olarak kalır: Yasal bir muhalefet olarak bize Ermenistan’da yer yoktur.

Ermenistan’dan bahsediyorum, zira Ermenistan dışındaki bir muhalefetin bir değeri olabileceğini düşünmüyorum.
Elbette biz kolonilerde istediğimiz konuyu istediğimiz kadar konuşabilir ve yazabiliriz. Bunun için sadece kağıt ve matbaa, biraz da para gerekir, başka hiçbir şey. Ama Romanya ya da Mısır’daki Ermeni kolonilerindeki kamuoyu (böyle bir kamuoyunun oluşturulabileceğini düşünelim) Sovyet Ermenistanı için ne ifade edebilir ki?
Belki basındaki sesimiz gizli yollardan Ermenistan’a götürülebilir.

Geçmişte Çar döneminde biz Droşak ve diğer yayınları gizli olarak ülkeye götürüyorduk, günümüzde de yanılıyorsam Eserler kendi yurtdışı yayınlarını Rusya’ya götürmektedirler. Eserler’in neyi ümit ettiklerini ve bu gizli propaganda konusunda ne kadar başarılı olabileceklerini bilemiyorum. Fakat gerçeklerimizi ve imkanlarımızı dikkate alarak soruyorum: Tamamen gizli olarak ve sadece birkaç yüz kişi tarafından okunacak olan gizli bildirilerimizin,
Bolşeviklerin ülkeyi baştan başa doldurdukları muazzam yayınlara karşı bir anlamı olabilecek mi?
Bizde olmayan ve olmayacak en önemli husus ise şudur ki, belirli, kesin, anlaşılır ve halk kitlelerini heyecanlandırabilecek sloganlarımız yoktur.

Ama bu konuyu sonraya bırakalım.
Yoksa Bolşeviklerle anlaşma yapmak mümkün mü? İnanılmaz görülüyor, ama gerçek şu ki, biz bu görüşü, bu nahif yaklaşımı eski dönemde benimsemiş ve Bolşeviklerle örgütsel işbirliği denemeleri yapmıştık. Evet inanılmaz, zira bunu söylemek Bolşevizmin özünü anlamamak demektir. Bolşevizm mutlakiyetçidir, monarşisttir, ona bağlı olmayanlar (ya da siyasal açıdan tamamen tarafsız olmayanlar) ona karşıdır. Şunu unutmayınız ki, Bolşeviklerin gözünde biz küçük burjuva partisiyiz, ki bana göre bu bir kusur değil (partimizin sadece programını ve ayrı ayrı yöneticilerin dünya görüşünü değil, partinin gerçek yapısını ve kolektif ideolojisini dikkate aldığımızda, bu tanımlama gerçeğe çok da aykırı değildir). Bolşevikler Marksistlere-Menşeviklere ve sosyalist devrimcilere karşı tahammülsüzse, doğal olarak EDP Taşnaksutyun’a karşı hiç tahammül gösteremez.

Bolşevikler ne uğruna ve hangi amaçlar için bizimle işbirliği yapmalıdır?

Biz, Bolşeviklerin bizimle işbirliği yapmadıkları sürece Ermenistan’ı yönetemeyeceklerine kendimizi ve başkalarını ikna etmeyi çok severiz.

Bizim bu tehditlerimiz neye dayanmaktadır ve neden Bolşevikler bizim onlar için çok gerekli olduğumuza inanmalıdırlar?

Artık iki yıldır biz Ermenistan’dan kovulmuş ya da ülke içinde boğulmuş durumdayız. Bolşeviklerin karşısına, bizim yardıma koşmamamız durumunda onların varlığını tehdit edebilecek bir engel çıktı mı? Benim bu engellerden haberim yok ve bu tür engellerin hiç olmadığını düşünmek eğilimindeyim.

Bizler hiç kuşkusuz sade yurttaşlar olarak bir değer ifade ediyoruz, ama hangi parti ya da hükümet sadece birkaç yüz insanı kendi yanına çekebilmek için kendi siyasal çizgisinden vazgeçer ya da karşıtlarıyla işbirliği yapar?
Her halükarda, ister haklı olalım ister haksız, ister aklımızın çokluğundan ister kıtlığından fark etmez, gerçek şu ki,

Bolşevikler bizimle işbirliği yollarını aramıyorlar ve bunu kabul etmiyorlar.

Bu yönde denemeler yapıldı ve olumsuz yanıt verildi. Yeni bir deneme sadece abes olmayıp, aşağılayıcıdır da.

Abestir, zira partinin siyasal onuru bakımından aşamayacağı sınırlar vardır.

Geriye sadece gizli, yeraltında, komplocu ya da daha geniş çaplı devrimci çalışmalar kalıyor. Zira bizler Çar ve Sultan hükümetleri tarafından da takip edildik. Yani biz on yıllar boyunca Türkiye Ermenistanı’nda yapabildiklerimizi, Sovyet Ermenistanı’nda yapamayacak mıyız?

Elbette yapabiliriz.

İran Karadağ’ında bir in kurabilir (bir zamanlar Salmas’ta kurmuş olduğumuz gibi) ve oradan Aras’ın öteki tarafına insan ve silah gönderebiliriz. Gereken gizli ilişkileri kurarak, Sasun dağlarında ve Çatak deresinde yapmış olduğumuz gibi, Sünik ve Dereleğez dağlarında da silahlı “humb”lar besleyebiliriz. Ulaşımı zor birkaç mıntıkada köylülere isyan çıkartarak, oradaki komünistleri kovabiliriz ya da yok edebiliriz. Daha sonra Erivan’da bile büyük gürültü koparır, bir Osmanlı Bankası’nı işgal ettiğimiz gibi herhangi bir devlet binasını, hiç olmazsa birkaç saatliğine ele geçirebilir ya da herhangi bir binayı patlatabiliriz. Kişilere karşı suikastlar planlayarak ve gerçekleştirerek, bir zamanlar Çar ve Sultan memurlarına yaptığımız gibi, birkaç Bolşeviki öldürebiliriz; keza bir zamanlar Yıldız Köşkü’nde Sultan Abdülhamit’e yaptığımız gibi, Myasnikov’un ya da Lukaşin’in veya bir başkasının ayakları altına bomba atabiliriz.

Biz bütün bunları yapabiliriz, sanıyorum yapabiliriz.

Yalnız ortaya bir soru çıkıyor: Niçin, hedefimiz ve ümitlerimiz nelerdir?

Biz Türkiye’de gürültü çıkarttığımızda, bu gürültü sayesinde büyük devletlerin dikkatlerini Ermeni konusuna çekeceğimizi ve onları bizim lehimize aracı olmaya zorlayacağımızı sanıyorduk. Şimdi ise böyle bir aracılığın kaç para ettiğini artık biliyoruz ve bu tür denemelerin tekrarlanmasına ihtiyaç hissetmiyoruz. Eğer Avrupa bize Türkiye’de yardım etmeyi beceremedi ve istemediyse, Rusya da bunu hiçbir şekilde beceremez ve istemez. Ayrı ayrı kişileri dizginleme yöntemi olarak terör, belki de Kürt elebaşılara veya Çar memurlarına karşı bir anlam ifade edebilirdi. Ama itiraf etmemiz gerekir ki, Bolşevikler farklı bir kumaştan yapılmıştır. Karşılıklı bir terör söz konusu olursa Bolşevikler bizden geri kalmayacak, hatta bizi sollayacaklardır.

Bizim tek bir kişiye karşı bile terör girişiminde bulunduğumuz yerde, onlar kitleye karşı terör uygulayacaklardır.
Biz halk içindeki dalgalanmaların bir iç savaşa dönüşmesini sağlayabilir miyiz? Bu çok ama çok kuşkuludur. Ama sonunda bu da mümkündür. Ciddi bir karar alınırsa, inatla çalışılırsa ve araçlar konusunda seçici davranılmazsa, belki de başarabiliriz.

Ama niçin?

Bolşeviklerin Rusya’da sağlam biçimde ayakta durdukları bir ortamda ve gerimizde de Bolşeviklerle müttefik bir Türkiye varken, Bolşevikleri Ermenistan’dan silah zoruyla çıkarabilir miyiz?

Bugün bizim saflarımızda bu denli saf bir tek kişinin bile bulunabileceğini düşünmüyorum. Bir iç savaş çıksa bile bizim yenilgimizle sonuçlanacaktır. Bolşevizm bir Ermeni rejimi değildir ve onun gömüleceği (ama gömülmesi gerekir mi?) yer de Ermenistan olmayacaktır. Ermeni Bolşevizmi Rusya Bolşevizminin uzantısı ve küçük bir kısmıdır. Kızıl bayrak Moskova’da dalgalandığı sürece, Erivan’da da kaçınılmaz olarak dalgalanacaktır. 1918 yılında başka türlü düşünebilirdik, ama bugün böyle bir hakkımız yok.

Ama Bolşevizmin Rusya’da ve diğer kenar bölgelerde, en azından bizimle komşu olan Gürcistan ve Azerbaycan’da da uzlaşmaz düşmanları vardır. Bizim bütün diğer gayrı memnunlarla bir araya gelerek komünist diktatörlüğü yıkmayı denememiz doğal değil mi? Evet bu doğal olabilir. Fakat mesele şu ki, biz bunu yapmamalıyız.

Ermeni halkı zaten öyle çok zarar görmüş, yorulmuş ve zayıflamış ki, kimsenin onu yeni sınamalara tabi tutma, ondan yeni kurbanlar talep etmek hakkı yoktur. Olanlar yeter artık. Bırakalım Bolşevik karşıtı Rusya, Sovyetler’le kendisi uğraşsın. Biz yokuz! Ermeni halkı bir süre dinlenmeyi ve derin yaralarını sarmayı hak etmiştir.

Ve eğer birileri bize bu hakkı tanımıyorsa, bizim bu duruşumuz birilerinin hoşuna gitmiyorsa, bırak gitmesin.
Düşüncelerimi daha iyi ifade edebilmek için bir adım daha ileri gideceğim.

Kendi kendime soruyorum: Herhangi bir mucize eseri, Bolşeviklerin Ermenistan’daki varlığı bana bağlı olsaydı, öyle ki onların ülkemizden defolmalarına benim parmağımın bir tek hareketi yetseydi, ben bunu yapar mıydım? Ve hiç tereddütsüz cevap veriyorum: Hayır, yapmazdım; daha ötesi, değil yapmak, hatta parmağımı bile keserdim ki uyku sırasında, tesadüfen ya da yanlışlıkla bu gayet tehlikeli hareketi yapamasın.

Mevcut siyasal koşullarda Bolşevikler Ermenistan’a lazım; onların yerine geçebilecek herhangi bir güç yok; işte gerçek budur.

Daha Fazla Göster
Başa dön tuşu
Yandex.Metrica