Nutuk

Nutuk (SÖYLEV)-yayımlama bölümü-14

Nutuk (SÖYLEV)-yayımlama bölümü-14

Efendiler, 27/28 Eylül 1919 gecesi, gece yarısına bir saat kala telgraf başında, Kerim Paşa ile karşı karşıya geldik. İki taraf birbirini şu sözlerle tanıdı:
Sivas- Mustafa Kemal Paşa telgraf başındadır. Kerim Paşa’ya söyleyiniz, buyursunlar diyorlar.
İstanbul- Yüksek şahsiyetleri, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri misiniz, ruhum?
Ben- Evet, Sayın Kerim Paşa Hazretleri, dedikten sonra:
Kerim Paşa- “Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne” adresini yazdırdı ve “Paşa’ya söyleyiniz anlar; Hazret-i Evvel karşınızdadır.” sözlerini bir çeşit parola gibi ilâve etti. Kerim Paşa: “Zatıâlilerinin afiyetleri iyidir inşallah kardeşim.” diye başladı.
Kerim Paşa’nın İstanbul Hükümeti tarafından kalbinin temizliğinden ve ahlâkının güzelliğinden yararlanılarak nasıl aldatıldığını anlamak için, sözlerinin başlangıcını kendisine olduğu gibi tekrarlatacağım. Rahmetli Kerim Paşa şöyle devam etti:
“Vatanın iyiliği için büyük vatansever kardeşimle ve sayın temsilci kardeşlerimle görüşmek isterim. Ayağınız toprağına ulaştırılmak üzere Ali Fuat Paşa vasıtasıyla bir telgraf göndermiştim. İşte, zâtıâlinizin eline ulaşan o telgraftaki esaslar üzerinde inşallah sevindirici bir çözüm buluruz. Memleketin geçirmekte olduğu nazik ve pek önemli karışık devreyi Allah’ın lütfu ile kolayca aydınlığa çıkartınız. Bunun için de Allah’ın keremi ve nurdan yaratılmış kurtarıcı emellerinizin gönül mürşidi ile bu konuda önemli şeyler konuşarak, vatan için olan dileklerimizi birleştirelim değil mi? Pek anlayışlı ve tedbirli kardeşim! Ne buyurursunuz, ruhum? Yere batasıca kötü niyetlilerin bu güzel memleketimiz üzerindeki iftiralarına ve açıktan açığa kötülük yapmalarına engel olalım, onların ümitlerinin pusularında kötürüm ve cansız olarak bırakalım, Yalnız hükümet ile milletin sırf vatanın kurtuluşu ile ilgili hizmetlerini ve işlerini birleştirelim. Çünkü ortak ve yüce gaye aslında hep birdir. Vatan düşüncesiyle gösterilen bunca asil tepkilerin, medeniyet dünyası karşında aziz topraklarımızın korunması ile ilgili en büyük vatanseverlik olduğunu bir kere daha belirtmek üzere içinde bulunduğumuz durumun güçlüklerini yok edelim ve buna bir çare bulmak için de bu aziz kardeşiniz ile görüşmeye başlayalım, bekliyorum kardeşim. Bu teşebbüsüm hakkında, hükümetin geniş ölçüde iyi niyet gösterdiğini ilâve ederim, ruhum!”

Efendiler, Kerim Paşa ile 27/28 Eylül, gece yarısından önce saat 23.00’te başlayan bu görüşmemiz, sabah saat 07.30’a kadar tam sekiz buçuk saat sürdü. Üç ana noktaya ayrılabilen bu görüşmemiz, yazıda esercedit denilen büyük tabaka kâğıtlardan yirmi beş sayfayı doldurdu. Bunların hepsini burada okuyarak sabrınızı kötüye kullanmaktan korkarım. Rahmetli Kerim Paşa’nın, sağlam görüşlere ve kendi inancına ters düşmesine rağmen maalesef güçlü bir mantığa da dayanmayan bu tatlı sözlerinin ve tantanalı cümlelerinin okunup dinlenebilmesi için, yayınlayacağım belgeler arasında bu konuşmaya da olduğu gibi yer vereceğim.
Yalnız, bu görüşmede her iki tarafın güttükleri hedef ve dayandıkları temel noktalar hakkında, özellikle sonucu bakımından kısa bir fikir verebilmek için müsaade buyurursanız bu noktaların her birine bir parça dokunacağım.
Kerim Paşa’nın bilginize sunduğum ilk telgrafına karşılık verirken biraz da onun tarz ve üslübuna uymuş olduğum görülecektir.

Cevabımda, ben de böyle başladım:
“Kerim Paşa Hazretleri’ne “kutbü’l-akdâb” deyiniz, anlar” diye başladıktan sonra “şimdi cevap veriyorum” dedim.
“Pek sayın ve temiz kalpli kardeşim. Abdülkerim Paşa Hazretleri’ne… Tanrı’ya şükürler olsun, sağlığım yerindedir. Büyük ve asil milletimizin meşru haklarının bilincine varmış, onu korumaya ve savunmaya bütün varlığı ile girişmiş olduğunu görmekle pek mutluyum… Karşılıklı görüş belirtmek hususunda gösterilen isteğe içten gelerek teşekkür ederiz… Fuat Paşa aracılığı ile çekilmiş olan telgrafın içindekileri öğrenmiş bulunuyoruz… Dayanak noktası olarak kabul buyrulan bildiride ileri sürülen hususların, Ferit Paşa ve arkadaşlarına karşı yöneltilmiş bir haykırış ve çıkışma olduğu azıcık bir düşünme ve inceleme ile anlaşılacak açıklıktadır. Padişah’ın kalbini derin üzüntülere boğan durum ve davranışlar, milletimiz tarafından değil, Ferit Paşa, Dâhiliye Nâzırı Adil Bey Harbiye Nâzırı Süleyman Şefik Paşa ve bunların çalışma arkadaşları olan Harput Valisi Ali Galip Bey, Ankara Valisi Muhittin Paşa, Trabzon Valisi Galip Bey, Kastamonu Valisi Ali Rıza Bey ve Konya Valisi Cemal Bey tarafından işlenen kötülüklerle ortaya konmuştur.
Malatya’daki ihanet teşebbüsü, Çorum’daki haince tertip, Konya’daki kanlı teşebbüs eğer içyüzleri ile bilginize ulaşmış değilse, zatıâlilerinizi bir çözüm başlangıcı olarak düşündüğünüz noktadaki isabetsizlikten dolayı mazur görürüz…
Yabancıların görüşlerinin lehimize döndüğü tamamıyla doğrudur. Ancak, bu dönüş, hiçbir vakit Ferit Paşa Hükümeti’nin güttüğü siyasetin sonucu değildir. Bu sonuç, milletimizin varlığını göstermek ve ispat etmek için kendi kendine girişmiş olduğu kararlı teşebbüsünün eseridir. İşte bu konuda Zâtışâhâne’yi aldatıyorlar.
Kurtuluş çaresi ve yaşama ilkesi ancak ve ancak Kuva-yı Milliyenin önderliğinin benimsenmesinde ve milli iradenin hâkim olmasındadır. Bu sağlam ve meşru temelden en küçük bir sapma, Allah korusun, devlet, millet ve vatanımız için pek acı bir yıkım getirir…
Milletimizin asil mücadelesini kötüye yormaktan ve etrafa öyle tanıtmaktan geri durmayan kötü niyetli aşağılık kimselerin çok olduğu bir gerçektir. Ancak, asıl derin bir esefle karşılanacak olan husus, bu kötülükten başka bir şey düşünmeyenlerin başında, sonsuzluğa kadar yaşayacak olan devletimizin sadrazamı Ferit Paşa ile nazırlık mevkilerini tutan Âdil Bey, Süleyman Şefik Paşa gibi devlet adamlarının yer almış bulunmasıdır.
Memleketimize takım takım bolşeviklerin girdiğini ve Milli Mücadele’nin bir bolşevik, mücadelesi olduğunu resmi olarak ilân eden ve yayan bu bahtsızlardır.
Asil ve temiz Milli Mücadele’mizin, İttihatçıların son çırpınışları ve kanlı hareketleri olduğunu ve onların parasıyla yürütüldüğünü resmen ve açıktan açığa bütün dünyaya ve yabancı gazetecilere söyleyen bu gafillerdir.
Anadolu’da karışıklık olduğunu basın yoluyla resmen ilân eden ve Ateşkes Anlaşması’nın özel maddesine göre aziz vatanımızı düşman işgaline uğratmak isteyen bu cahillerdir.
Malatya’nın Müslüman halkı ile Sivas’ın Müslüman halkını birbirleri ile boğazlaşmaya sürüklemek isteyenler bu zavallılardır. Milli Mücadele’nin önüne geçeceğim diye Sivas’ın ve milli duyarlığın görüldüğü her yerin yabancılar tarafından işgalini isteyen bu hainlerdir. Bununla birlikte, bizim en yüce gayemiz, tıpkı siz kardeşimin düşündükleri gibi, kötü niyetlilerin bu güzel memlekete yönelttikleri iftiraları ve açıktan açığa yürüttükleri mel’unlukları kırmak ve onları kendi ümitlerinin pusularında körkötürüm ve cansız düşürmek, devlet ile milletin faaliyetini sırf vatanın kurtuluşu ile ilgili noktada birleştirmektir. Yüce Tanrı’ya şükürler olsun, bu gayenin gerçekleştirilmesinde, artık milletimiz her türlü kötü niyet belirtilerini kırmış, bütün kahramanlığı ile dönüşü olmayan kesin adımlarını atmıştır. Yabancılar bile, milletin yaygın gücünü ve kesin kararını, buna karşılık İstanbul Hükümeti’nin ne kadar soysuz ve milletle ilgisi bulunmayan aciz bir hey’et olduğunu iyice anlamıştır. Merzifon’u boşalttılar. Samsun’u da boşaltmaya başladılar. İç işlerimize ve Milli Mücadele’mize karşı tarafsız kalacaklarını söylüyorlar. İşte milli teşebbüslerimizin, istiklâlimizi güvence altına alma yolunda elde etmeyi başardığı ilk sonuç budur.
Milli akım, İstanbul’da Kanun-ı Esasi hükümlerine uyulmasını sağlamakla sonuca ulaşacaktır.
Şimdiki hükümetin, geniş ölçüde bir iyi niyete sahip olduğunu sanmanın doğru olmadığını arz etmeme müsaade buyurmanızı rica ederim.
Ben, daha Erzurum’da iken Ferit Paşa’ya gerçeği ve durumu açıklayarak, milletin kuvvet ve iradesine karşı çıkacak hiçbir kuvvet kalmadığını yazmış; kendisini, karşı koyma ve engelleme yolunda devam etmemesi gereği ile uyarmıştım. Bu gafil zat, buna cevap vermediği gibi, milli akımın birkaç kişinin körüklemesinin eseri olduğunu da ilân etti. Çıkar hırsı ile bilgisizlik gaflet ve körlüğü ile iki tarafı da idare ederek mevkilerini koruyabilecekleri şeklinde boş bir zan içinde bulunan birkaç valinin aldatıcı raporlarını benim tertemiz ve vatanseverce uyarılarımdan daha üstün tuttu. Bugün, her türlü kötülük, hainlik, beceriksizlik ve zavallılık durumunda kaldıktan ve millet de bütün olup bitenlerin içyüzünü tam bir açıklıkla kavradıktan sonra, bize düşen görev, hemen milli davayı benimseyecek yeni bir kabinenin iş başına gelmesini sağlamaktır.
Eğer şimdiki kabinenin şahısları ve hayatları bakımından herhangi bir çekinceleri varsa, bugün için bu gibi şeylerle uğraşma tenezzülünden pek yüksek olan milletimiz adına kendilerine istedikleri söz ve güvenceyi vermeyi’ de milletimizin çıkarı açısından gerekli sayarız. Ancak, tuttukları yanlış yolda inatla direnmeye devam edecek olurlarsa, bundan doğacak sonuçların sorumluluğu kendilerine ait olacaktır.
İşte yapılan bu iyi niyetli teşebbüs dolayısıyla, durumu bir defa daha ve son olarak, asil yüksek şahsiyetleri gibi kalbi gerçekten de vatan ve millet sevgisi, padişaha muhabbet ve bağlılıkla dolu olan ve kardeşlik hatıralarını daima saygı ile taşımakta olduğum siz kardeşim Abdülkerim Paşa Hazretleri ile de bildirmiş olmak, bizim için her türlü vicdan huzurunun daha da sağlamlaşmasına vesile olmuştur.”

Efendiler, buraya kadar söylediklerim bir tek maddenin özetidir. Bundan sonra gelen maddede:
“Milli Mücadele bütün genişliği ile İstanbul’a doğru ilerlemektedir. Ferit Paşa ve arkadaşları bunu bilmektedir. Zâtıâlileri de bu bilgileri işleyip aydınlanınız dedikten sonra, o günlerde yapılmış olan başarılı hareketlerin raporlarını özetleyerek açıkladım ve: artık bütün bu hareketleri durdurmak yalnız ve ancak bir tek şeye bağlıdır. O da kabine başkanlığının milli dâvâyı bütün anlamıyla benimseyecek bir zata verilmesi ve o zatın da bu milli dâvâyı kavrayarak ona göre tedbir almaya girişmesidir.” dedim.
“Bütün bu söylenenler karşısında siz kardeşimin de bir düşünceleri varsa lütfen bildirmenizi rica ederim” cümlesinden sonra, “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Hey’et-i Temsiliyesi adına Mustafa Kemal” diye imzamı koydum.
Bundan sonra Kerim Paşa: “Önce, zatıâlileriyle birlikte olan sayın zevatın hepsine selâm ve saygılarımızı arz etmek ve duyurmak lütfunda bulunmanızı rica ederim” girişi ile görüşmemizin ikinci noktasına geçtiler. Kerim Paşa devam etti:
“Başladığım kısa konuşmanın bütün safhalarını zatıâliniz anlattınız. İşin çözüme götürülmesi bakımından iki yerde isabet gösterilmediğini söyleyerek mazur görüleceğimi belirttiniz. Gerçi, bütün durumlar ve çeşitli bölgelerdeki olaylar bilinmedikçe, bir konuda hakemlik etmek güç ise de, memleketle ilgili bir işin çözüme bağlanmasında bize ışık tutan, tertemiz vatan endişesi olduğundan, dayanağımız sağlam ve açıktır. Vatanın alın yazısına karar verileceği şu sıralarda, tek vücut olarak birleşmiş bir millet ve hükümetin göreceği işi göz önünde bulundurarak, bunun kolaylıkla bir çözüme ulaşması dileğimi arz etmek isterdim.
Padişahın hareket noktası olarak aldığıma işaret buyurduğunuz bildirisini anlamakta bendenizin yanılmış olması mümkündür. Yalnız, müsaade ediniz de, asıl, işlerin çözümünde en büyük dayanak sayılan bu yüksek bildirideki toplayıcı yönleri açıklayarak, Padişah’ın sözlerinin neleri içine almış olduğunu belirteyim. Ben zannediyorum ki, Padişahımız…”
Ben, derhal Kerim Paşa’nın devam etmesine fırsat vermeden Şunu yazdırdım:
-Kerim Paşa Hazretleri, gereğinden fazla açıklama yapmak, her ikimizi de asıl gayeden uzaklaştırabilir. Bir de Padişah’ın bildirisinin yorumları ile fazla uğraşmanın yararı yoktur. Rica ederim asıl konu üzerinde görüşelim.
Kerim Paşa cevap verdi:
-Asıl konu üzerinde görüşeceğiz. Müsaade buyurursanız devam edelim efendim.
Ben- Rica ederim en son söz ve teklif üzerinde anlaşalım, dedim.
Kerim Paşa- Evet, oraya geleceğiz efendim.

Ferit Paşa Kabinesi Çekilmelidir

Söze ben devam ettim ve: ”Kerim Paşa Hazretleri, meşru çalışmalarımızın ve milli tepkilerimizin artık daha fazla kötüye yorulmasına ve düzeltilmeye muhtaç görülmesine; hele bu düzeltme ve değiştirmeler içinde, suçluluğu ve hainliği ortaya çıkmış bir kabine üyelerinin meşru olmayan savunmalarının esas alındığını görmeye tahammülümüz yoktur. Biz, son durumu açıklayarak milletin kesin isteğini arz ettik. Bilmem tekrarı gerekli midir? Zâtıâlileri sonuçlandırılması gerekli bu milli isteğe karşı, Ferit Paşa Kabinesi’nin, devletin en yüksek sadrazamlık mevkiini hâlâ kirletmesine aracılık etmek istiyorsanız, bu gayretiniz hiçbir yararlı sonuç veremeyeceği gibi siz kardeşimiz hakkındaki eski kardeşlik duygularımızın da sarsılmasına yol açacağından endişe ederim.
Şimdi, Ferit Paşa, bir an bile kaybetmeden mevkiini bir namuslu kimseye bırakacaksa ve buna siz de inanıyorsanız, çözüm bekleyen hiçbir güçlük kalmamış demektir. Aksi takdirde, aracılığınız, kalbinizin kırılmasından ve boşu boşuna yorgunluktan başka bir sonuç vermeyecektir.
Ferit Paşa, mevkiini korumaya devam ederse, kendisinin çok acı bir sonla karşılaşmasına yol açacaktır. En son ve en kesin söz şudur: Maksadımız bu sarsılmaz gerçeği Padişah’ın bilgisine sunmaktır. Siz, ancak bu asil görevi yerine getirerek bugün vatan ve milletin yüksek kişiliğinizden beklediği dini ve milli görevi yapmış olursunuz.”
Kerim Paşa, “Sözü uzatmamak elbette asıl maksattır” diye başlayarak, sözü gereğinden fazla uzattı. Bu uzun sözler şu cümle ile son buldu : “Burada vatan için yaptığım şu teşebbüs elbette Allah ve millet katında bütün asaletiyle bezenmiş olarak kalır ve işin gerçek sahibi olan her şeye kadir ulu Tanrı, millet ve vatanın kurtuluşunu sağlayacak esasları orada bulunanlara böylece bağlayarak tamamlar. Ulu Tanrı güçlükleri çözücüdür. Değerli gözlerinizden öperim”.
Yeniden cevap verme sırası bana gece yarısından sonra saat 4.30’da geldi. Kerim Paşa’nın dokunduğu noktaları karşılıksız bırakamazdım. Ben de uzun düşünceler ileri sürdüm ve sonunda: “O halde, dedim, bizim ve sizin gibi onur sahibi ve vatansever kimselerin yapacakları teşebbüsün gayesi ne olmak gerekir? Yönetiminin her dakikasından millet için, gelecekteki kaderimiz için yeni bir yıkım yolu hazırlamaktan başka bir sonuç beklenmeyen Ferit Paşa ile milletin arasını bulmak imkânsızlığı ile uğraşmak mı, yoksa bir an önce bu meşru olmayan kabinenin yerine millet ve memleketin ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte yeni bir hey’etin devlet işlerini üzerine alması gereğini Padişah’a bildirmek üzere yol aramak mıdır? Lütfedip bu iki noktadan biri için evet veya hayır şeklinde cevap verirseniz, Tanrı ve millet katında bütün asaletiyle değerli kalacağına şüphe olmayan bu asil teşebbüsünüzün bizlerle ilgili yönünü tamamlamış olursunuz.”
Kerim Paşa, istediğimiz kısa cevaba yine uzun bir cevap verdi: Fakat bu uzun sözler arasında, bazı cümlelerle, bize padişahın aldatılmış olmayıp her şeyi bildiğini anlatıyordu.
Kerim Paşa’nın bazı cümlelerinde şu sözler vardı: “Yüce padişahlık katı kesin karar ve çözüm makamı olup meşru bir devlette bu yüksek makam, bütün millet fertlerinin yöneleceği mihraptır. Anadolu’nun bütün dileklerinin Halife Hazretleri’ne duyurulduğu hakkında bendenize bilgi vermişlerdir. O halde, millet işlerinin yöneleceği ve dileklerinin kabul edileceği yüksek bir makam olan Padişahımız Efendimiz her şeyi bilmektedir.”

Kerim Paşa, kendisine has cümlelerle devam ettiği görüşlerine şöylece son verdi:
“Ulu Tanrı, nice yüksek sebepler yaratarak ve telkin ederek bu çözülmesi güç düğümü bütünüyle çözecektir. Elbette ki, Tanrı’nın buyruğu güzeldir ve yakındır. Tanrı’nın eli bütün ellerden üstündür. Geleceğimiz, Tanrı’nın lütfu ile milletçe lâyık olduğumuz yücelikte uğurlu ve hayırlı olacaktır. İşte Kerim ‘ in inancı budur aziz ruhum.”
Bu defa Efendiler, gece yarısından sonra saat 6.10’a gelmiş olmasına rağmen, üçüncü safhanın açılmasına ben sebep oldum.
Merhum Kerim Paşa’nın pek hoşlandığını bildiğim bir ifadeyle “Büyük Hazret” diye söze başladım:
“Ümmetin ve milletin yüce mihrabı olduğu içindir ki, milletin dileklerini bildirme yolunu bulma teşebbüsünden geri durmadık.
Yalnız, zatıâlinizi büyük bir yanlışlıktan kurtarmak maksadıyla arz edelim ki, Anadolu’nun bütün dileklerinin Halife’ye duyurulduğu hususundaki sözlere, milletin daha, kesin bir güveni yoktur. Çünkü millet bilmektedir ki, Padişah, hainlikleri ortaya çıkmış birkaç kişiyi millete tercih buyurmazlar.”
Kerim Paşa’nın dokunmuş olduğu noktalara cevap verirken şunları da söyledim: “Pek güzel ve yakın olan Tanrı emrinin yerine gelmesi ile bahtsız ve zulme uğramış asil milletimizin kurtuluşa ve huzura kavuşmasını yüce Tanrı’nın denizler kadar engin olan koruyuculuğundan ümitle diler ve ufukları hep inatçı bir dumanla sarılı olan İstanbul’daki bazı kimselerin gerçeği görmemek için aşağılıkça direnen duygularının eriyip kaybolmasını bekleriz. Milletin asil ruhu da işte böylesine duygularla doludur.
Yalnız tekrarlamama müsaadenizi rica ederim ki, evet veya hayır şeklinde karşılık verilmesini istirham ettiğimiz sorular maalesef karşılıksız bırakılmıştır. Azizim, Allah’ın eli bütün ellerden üstündür. Ancak bununla birlikte güçlükleri yenmeye ve problemleri çözmeye girişenlerin kesinleşmiş bir hedefi olmak gerekti… ”Millet, Tanrı’nın buyruğunu yerine getirecektir ve buyurduğunuz gibi milletçe elde edeceklerimiz hayırlı ve uğurlu olacaktır. Lütufkâr dualarınızın eksik edilmemesini rica ederim. Gayret bizden, yardım ve kolaylık ölümsüz Tanrı’dandır.”
Mustafa Kemal

Artık Kerim Paşa’nın yorulduğu anlaşılıyordu. “Son iki sözüm ruhum diyerek milli dâvâ’nın ilkelerini üstün tutmak ve korumak şartıyla, içten gelen dileklerin sayılıp döküldüğünü ve Tanrı’nın eli …yüce ayetinin, Tanrı tarafından hayırla kabul buyrulması için kullanılmış olduğunu söyledikten sonra Allaha ısmarladık yine görüşeceğiz…” diyerek çekilmek istedi. Bırakmadık!
Son sözü biz söylemek istedik ve dedik ki: “Kardeşimizin hatırında kalsın diye son bir cümle arz ediyorum:
-Millet güçlü, her şeyi kavramış ve tuttuğu yolda kesin kararlıdır. Milli Mücadele hızlı bir gelişme seyrindedir. Yüce ve Şevketli Padişahımız Efendimiz’in lütuflarının ve sevgilerinin bir belirtisi olmak üzere karar vermelerinin ve soruna çözüm getirmelerinin zamanıdır”

Efendiler, bundan sonra Ferit Paşa Kabinesi ancak üç gün dayanabilmiştir.
Kendisi ile görüşemediğim dostum Rahmetli Kerim Paşa’nın bazı kimselere söylediğine göre, bu görüşmemizi olduğu gibi Padişah’a göstermeyi başarmış ve bunun üzerine direnme gücü kırılmış.
Kerim Paşa’nın Kara Vasıf Bey’e yazmış olduğu 8 Kasım 1919 tarihli mektubunda da buna işaret edilmiştir.
Rahmetlinin bu mektubunda şu satırlar vardır: “Eski sadrazam en son yapılan görüşme, bunun yol açtığı sürekli etki ve ciddi tartışmalar sonunda, çekilmek gerektiğine inanarak ve bütün direnme gücü kaybolarak istifasını sundu… İşte sessiz sedasız, vatanı için çalışan ve tek başına bendenizin tertemiz gayreti ile başarılan büyük olay budur…
Dikkate almak gerekir ki, bu yazıları ben yazmıştım. Eski sadrazam ile Padişahımız Efendimiz Hazretleri, bütün bu görüşmelerin sonuçlarını öğrendikten sonra, dayandıkları sağlam temeller karşısında kararlarını vermişlerdir… Yapılan teşebbüsün ve yazılan yazıların ne dereceye kadar önemli noktaları içine aldığı ve nasıl bir dürüst vicdan ve keskin görüşle, yaşanan gerçeklerin kâğıda geçirildiği, elbette Tanrı katında ve milletin tarihi değerlendirmesine asaletle bezenmiş bir değer olarak kalacaktır…
Beni, bütün bunları sayıp dökmeye yönelten gerekçeler, geride kalmış olayları gerçek yüzleri ile ortaya koymaktır… ”Rahmetli Kerim Paşa mektubunun sonunda, abu kâğıdımın bir kopyasını Hey’et-i Temsiliye’ye göndermek lütfunu esirgemezseniz, büyük gerçeklerin tam olarak ve birlikte yayınlanmasına yardım etmiş olursunuz” demiş. Oysa bana mektubun kopyası değil aslı gönderilmişti. Bu mektubu da yayınlanacak belgeler arasına koyacağım.
Efendiler, bu görüşmenin yapıldığı gecenin ertesinde, yani 28 Eylül günü, görüşme özeti bütün kolordulara şifre ile bildirildi.

Daha Fazla Göster
Başa dön tuşu
Yandex.Metrica