Kültür-Sanat-Tarih-Turizm

Ezgi Çelik: “Sanatçılara Karşı Açık Saldırılar Düzenleniyor”

Ezgi Çelik: “Sanatçılara Karşı Açık Saldırılar Düzenleniyor”

DORUKTAKİLER 2023’te ‘Yılın Sanatçısı’ ödülüne layık görülen Işıl Ezgi Çelik, “Türkiye’de sanat eserlerine ve sanatçılara karşı açık saldırılar düzenleniyor. Çağdaş dünyada sanat pazarı içinde erimeye zorlanan sanatçının bir de yerel bir ekonomik ve politik baskı altında özgün olabilmesi ve bunu paylaşıp izleyiciyi dönüştürmesi çok zor görünüyor” dedi- akarhaber

Gazetemizin düzenlediği DORUKTAKİLER 2023’te ‘Yılın Sanatçısı’ ödülüne layık görülen Işıl Ezgi Çelik, başarılı çalışmalarıyla dikkat çekiyor. Ben röportajı yaptıktan sonra Işıl Ezgi Çelik’in bu ödülü fazlasıyla hak ettiğini düşündüm. Sizlerin de sanatçımızın anlattıklarını okuyunca benim gibi düşüneceğinize eminim. “Şu an Londra merkezli bir sanat platformu olarak dünyanın çeşitli bölgelerinden farklı sanatçılarla değişik işler yapıyoruz.” diyor kurucusu ve yöneticisi olduğu capitArt’ı anlatırken. Ben capitArt’ı inceleyip takibe aldım, sizlerinde röportajı okuduktan sonra merakla inceleyeceğinizi biliyorum.

Işıl Ezgi Hanım, bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

İnsanın yaşamı boyunca sürekli değişerek ilerlediğini bu yüzden bir insanın hayatının anlamının yaşarken görülemeyeceğini düşünüyorum. Sürekli olarak değişmeye, kendimi, insanları, hayatı anlamlandırmaya çalışan biriyim sanırım general olarak. Kendim üstüne düşünmektense yaratabileceğim şeyler ve dönüşebileceğim şeyler üstüne düşünmeyi tercih ediyorum. Çocukluğumdan beri sanat ve felsefe ile ilgileniyorum. Farklı ifade araçları kullanarak alternatif ve provakatif çalışmalar üretmeye çalışıyorum. İstanbul Galatasaray Üniversitesi ve Paris Vincennes-Saint-Denis üniversitelerinde felsefe ve sanat eğitimi aldım. Çalışmalarımda hep felsefi bir yan var. Master derecemi Görsel İletişim Tasarımı alanında ve doktoramı Japonya Nagoya Üniversitesinde sanatta uluslararası işbirliği alanında tamamladım. Çok yönlü çok kültürlü bir yaşamım var. Dünyanın farklı bölgelerinde hem akademik hem de sanat endüstrisi içinde çeşitli roller üstlendim ve yaşamım boyunca özellikle edebiyat, sinema, tiyatro ve dijital sanatlar olmak üzere çok çeşitli sanat pratikleriyle ilgilendim. Son üç yıldır Londra’da yaşıyorum, üç yaşında bir çocuğum var, biraz da kendimi onunla yeniden tanıyorum.

Kendinize ait bir sanat anlayışınız, tanımınız var mı?

Sanat öznelliğin deneyimlendiği bir alan, bu yüzden sanat üstüne düşünen herkesin kendince bir sanat anlayışı vardır diye umuyorum. Yaşamıma yön vermiş yazarlardan Jean Genet yalnızca aşk için seks yaptım der ve para için. Ben de sanatla benzer bir ilişki kurduğumu düşünüyorum. Sanat küratörü olarak çalışıyorum ve benim sanatım aslında bu her şeyden çok. Ama sanat küratörlüğü tamamen piyasaya yani paraya bağlı bir yaratım alanı. Benim ilgimi çeken bir izleyicinin beğenisi düşünülmeden, yani izleyici için ya da ona karşı değil bir tür içsel yaratma dürtüsü ile ortaya konulmuş üretimler. Böyle bir üretim ne derece mümkün sınırları tartışılır şüphesiz ama piyasada böyle bir sanatın hüküm sürmediği kesin. Ben bu tür işler yapabilmek ya da bu tür işleri öne çıkarabilmek için piyasada çalışıyorum ve yaptığım her iş birebir bunun üstüne olmasa da bunun olanaklarını aralıksız olarak araştırmaya çalışıyorum. Sanat perspektif kaydıran, yeni algı biçimleri sunan ve gerçekliği dönüştürebilen bir alan… Tarih içerisinde bir kültürden diğerine farklı biçimlerde yorumlanan kollektif bir anlam yaratma, anlam verme edimi. İçinde yaşadığımız küresel dünyanın çağdaş sanatının politize olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü insanlık tarihinin bu döneminde insan aklının tüm üretim alanlarının bilimin, felsefenin, sanatın hatta akıl hastalıklarının politize olması gerekiyor. Ama söylediğim gibi çalışmalarım bu tür bir sanat beklentisi ile sınırlı değil, düşüncelerime ve sanat anlayışıma aykırı olmayan çalışmalarda farklı bir sanatın olanaklarını sorgulamaya devam ediyorum.

Bize kurucusu ve yöneticisi olduğunuz sanat alanı capitArt’ı biraz anlatır mısınız?

capitArt bir sanat kollektifi olarak Tokyo’da kuruldu. Daha sonra ben öğretim görevlisi olarak Hindistan’a yerleştim ve capitArt benimle birlikte yeni Mumbai’ye gelip biraz daha ticari bir deneme halini aldı. Küresel salgınla birlikte 2021 yılında Londra’ya yerleştim ve capitArt’ı burada tekrar hayata geçirip kapitalist sanat pazarı içinde sürdürülebilir alternatif bir model arayışı olarak kurgulamaya çalıştım. Şu an Londra merkezli bir sanat platformu olarak dünyanın çeşitli bölgelerinden farklı sanatçılarla değişik işler yapıyoruz. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi temizlik işçisi Selami Gündoğdu’nun çizimleri üstüne üç dilli bir kitapçık hazırladık kukla sanatçısı Hilal Özcan ile. Hilal Amerika ve Türkiye arasında gidip geliyor ve son dönemde İzmit’te Atölye Şöyle Böyle adlı bağımsız, alternatif bir sanat atölyesi kurdular. Hem üretim hem de sergi alanı olarak kullanılan Atölye Şöyle Böyle, bağımsız sanatçılara işlerini sergilemek için alan oluşturmayı hedefliyor. Atölye Şöyle Böyle’de, İzmit’in çöplerinden toplanılan malzemeler kolektif bir çalışmayla kuklalara bu kuklalar da sokak performansına dönüşüyor.

**

Kendi ifadeleri ile “Tanımsız sanatı mahalleden merkeze, ormanlardan metropole, denizlerden caddelere taşımayı hedef ediniyor… Yaşamın dili olan sanat görünenin dışında kalarak Şöyle Böyle Atölye’de yola çıkmaya hazırlanıyor” capitArt bu tür alternatif ve bağımsız organizasyonlar arasında merkezsiz bir iletişim ve eylem ağı oluşturmaya bu şekilde pazar baskının bir derece dışında kolektif, alternatif ve daha özgür bir üretim biçimine alan açmaya çalışan bir platform. capitArt’ın çalışmalarını capitart.com web sitesinden ya da @capitart instagram hesabından takip edebilirsiniz. Atölye Şöyle Böyle’nin aylık programını takip etmek ve sokak performanslarında gönüllü olarak yer almak isterseniz de @soyleboyleatolye ismindeki instagram hesabına göz atabilirsiniz. İzmit için hem çok anlamlı hem de bütünleştirici bir oluşum.

Sanatın insan üzerindeki yararı ya da etkisi nelerdir?

“Nietzsche her insan sanatçıdır.” der. Çünkü her insan yalancıdır, anlamsız bir dünyanın anlamı varmış gibi yapar. Sanat en ilksel insan edimlerinden biri ve bir tür hayatta kalma mekanizması. İnsan anlam üreten bir varlık ve sanat bu her alanda gözlemlenebilen aralıksız anlam üretme ediminin sahnesi. Aslında bu ilksel ve içgüdüsel edimin bu kadar cilalanıp vitrinlerin arkasına kapatılması tamamen sıradanlığı ve ortaklığından… Neyse ki günümüzde sanat elitist statüsünü bir ölçüde kaybetti. Bu tarihsel düşüş sanatı ve onunla birlikte insanları özgürleştirebilir ama bu özgürleşmenin kapitalizmin elinde olması sanatın bu kez de salt bir eğlence ve tüketim nesnesine indirgenmesine neden oluyor. Şimdi yapay zekâ teknolojileri sanatı bir kere daha kökten bir değişime zorlayacak ortaya ne çıkacağını bilmiyoruz ama sanat en iksel, öznel ve öznelliğine karşın herkes tarafından paylaşılan bir edim. İnsanın düşüncesini açan, iyileştiren, yeni perspektifler sunan bir edim.

Sizce sanatta özgünlük nedir, her sanat dalında kişisellik var mıdır?

Söylediğim gibi sanat özgünlüğün alanı. Her sanat eserinde bir parça özgünlük bir parça kollektif hafıza belki bir parça rastlantısallık, olumsallık ve hatta hata vardır. Şimdi yapay zekâ sanatından söz ediyoruz, yeni bir sanat türü yaratıyoruz ya da yaratmayı umuyoruz. Özgünlük bu alanda daha da zorlu bir kavram haline geliyor ama yapay zekâ sanatı ne derece özgün olabilirse olsun ya da olamasın ona bakan sanat izleyicisinin onu sanat olarak görebilmesi için ona bir özgünlük atfetmesi gerekeceğini düşünüyorum en azından bir süre daha. Özgünlük burada basitçe yerleşik algı biçimlerine alternatif yeni bir algı ve duygulanımlar sunma ya da bunlara ilham verme kapasitesi.

Mesleğinizde ya da kişiliğinizle ilgili sizi öne çıkaran yönlerinizi söyleyebilir misiniz?

Eleştirel ve felsefi bir aklım olduğunu düşünüyorum bu yaptığım işe de yansıyor. Beğenilme ve takdir edilme kaygısı duymadan üretmek en belirgin özelliğim sanırım. Eğer iyi yapabildiğim bir şeyler varsa bunun en belirleyici nedeni budur sanırım. Çünkü beğenilme kaygısı duymamak bir tür özgürlük ve dolayısıyla öznelliğe yol açıyor.

Gelecekte yapmak istediğiniz proje ve hedefleriniz nelerdir?

capitArt’ı yalnızca yaşadığım ve tanıdığım Avrupa, Asya ve Uzakdoğu değil dünyanın çok farklı uçlarından yaratıcı insan ve oluşumları bir birine bağlayan otonom bir alternatif sanat modeli olarak kurabilmek istiyorum. Bu zorlu ve küresel pazara yabancı bir proje bu nedenle yavaş ilerliyor hatta gerçekleşecek mi bilmiyorum ama bunun için çalışmaya devam etmeyi planlıyorum. Onun dışında hem insan yaratıcılığının farklı uç noktaları olarak gördüğüm Hem Sanat hem de Yapay Zekâ Sanatı ve Dijital Sanatlar arasında bir diyalog olanağı açabilmek bunu çağdaşlarım ile paylaşabilmek isterim. Bunun için bir hibrit yani hem fiziksel hem sanal gerçeklik müzesi kurmak istiyorum ancak bunu yaparken müzenin tüm enstitüsel karakterini ortadan kaldırabilmek ya da en azından müze çalışmalarına farklı yaklaşımları tartışmak için geniş bir alan açarak yapabilmek istiyorum.

Mesleğinizde, sanat yönetmeni olarak nasıl bir yol izliyorsunuz?

Hiçbir zaman bir mesleğim olduğunu düşünmedim. Yapmak istediğim şeyleri yaparak ya da en azından yapmak istemediğim şeyleri yapmayarak yaşamımı devam ettirmenin ve istediğim gibi üretebilmenin koşullarını arıyorum, her zaman istediğim gibi olmuyor tabii ki ama eğilimim ve çabam bu yönde. Sanat yönetmeni olarak yaptığım işlerde de düşünce ve beğenilerime uymayan hiçbir işi yapmıyorum ama birçok projeyi hem capitArt hem de kişisel yaşamımı sürdürmek için capital yaratmak için gerçekleştiriyorum. Yine de bunları dahi salt mesleki projeler olarak görmüyorum. Çünkü sanat yönetmenliği, yöneticilikle ilgili olduğu gibi beğeniyle de ilgili. İkisinin dengede olması gerekiyor.

Işıl Ezgi Hanım, 2024 yılı size, “Kocaeli Gazetesi 2023 Doruktakiler – Yılın Sanatçısı” ödülünü getirdi. Bu konudaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Çok şaşırdım, özellikle İzmit’te doğup büyümüş olmama rağmen uzun yıllardır yurt dışında yaşadığım için. Çalışmalarımın hem fiziksel hem kültürel mesafelere karşın hayatımın başladığı bir şehirde karşılığının olması mutluluk vericiymiş.

Sizce dünyaya göre Türkiye’ de sanat ve sanatçıya bakış açısı nasıl?

Uzun yıllardır Türkiye’de yaşamıyorum bu nedenle bu konuda bire bir deneyimlerime dayanarak bir şeyler söylemem çok zor. Ama Türkiye’de yaşayan ve birlikte çalıştığımız sanatçıların paylaştıklarından birçoğunun kaygılarının dünya genelinde benzer yaklaşımlarla sanata yönelmiş sanatçılardan farklı olmadığını görüyorum. Ancak Türkiye’de sanatçılar üzerindeki ekonomik baskı çok daha belirgin. Bu hem kamusal hem de özel desteğin yeterli olmamasıyla ilgili. Türkiye’nin dünyanın kültür merkezlerine dolayısıyla küresel pazar ve hakim sanat beğenisine olan yakınlığı sanatçıya bakışı belirliyor ve sanatçıların özgün bir dil geliştirilmesini zorlaştırıyor olabilir. Diğer taraftan son derece muhafazakâr bir kesim var Türkiye’de. Sanat eserlerine ve sanatçılara karşı açık saldırılar düzenleniyor. Çağdaş dünyada sanat pazarı içinde erimeye zorlanan sanatçının bir de yerel bir ekonomik ve politik baskı altında özgün olabilmesi ve bunu paylaşıp izleyiciyi dönüştürmesi çok zor görünüyor. Belki bu nedenle daha çok izleyicinin yönettiği, sürdüğü belirlediği bir sanat anlayışı hakim o da provokatif olmaktan yani bence sanatın en önemli boyutlarının birinden çok uzak.

Size göre sinemanın dünü ve bugünü nasıl ve geleceğine nasıl bakıyorsunuz?

Uğurun Mantığı - Esha Mathur
Uğurun Mantığı – Esha Mathur

Dünya sinema tarihi sanat tarihine göre daha kısa olsa da son derece çeşitli ve üretken bir tarih ve günümüzde devasa bir endüstri, bu nedenle benim sinemanın dününü ve bugününü değerlendirmem pek mümkün değil. Türk sinemasından isimlerin, örneğin Zeki Demirkubuz’un benim için dünya sinemasının bir parçası olması heyecan verici. Türk sinemasıyla hiç böyle bir ilişki kurmamışım ama Demirkubuz’un sanatının gelişimi evrensel bir anlatı halini alan yerelliği beni heyecanlandıran çalışmalardan. Bugün sinema da ve kişisel anlatılarda büyük bir çeşitlilik var. Dünden farkı bu olabilir belki. Büyük anlatıların çöküşüyle birlikte daha moleküler hikâyeler ve anlatımlar, perspektifler ortaya çıkıyor. Bunlar arasında kollektif bir dil bir eylem alanı araştırmak da belki geleceğin sinemasının konularından biri olacaktır.

Işıl Ezgi Hanım, “Uğurun Mantığı” adlı bir kitabınız var. Bize biraz bu kitabınızdan bahseder misiniz? Peki, başka bir kitap çalışmanız var mı?

Hem akademide hem de endüstride sanat ve felsefe üzerine yazıyorum. Sinema ve tiyatroda çeşitli yazı denemelerim olmuştu ancak “Uğurun Mantığı” yayınlanan ilk edebi kitap çalışmam. Şiir’i bir edebiyat biçiminden çok bir algı biçimi olarak sunmaya çalıştığım deneysel bir düzyazı şiir kitabı. Hayatımı farklı ve çok çeşitli ülkeler, şehirler, insanlar ve yaşam pratikleri arasında geçirdim bu nedenle “Uğurun Mantığı”nı her ne kadar biyografik bir çalışma olmasa da kendi yaşam deneyimlerimin etkisiyle şehirler ve insanları anlatan bir tür modern seyyah günlüğü olarak kurguladım. 2016 yılında Japonya’da doktora çalışmamı sürdürdüğüm dönemde Birleşmiş Milletler Myanmar ofisinde bir araştırma projesini yönetmek için altı ay Yangon’a gidiyordum ve yolda yakın bir arkadaşımın yaşamını kaybettiğini öğrendim. Yangon havalanına indiğimizde tanımadığım biri bana “yazar mısınız?” diye sormuştu “hayır” demiştim ama yeni bir şehrin o sarsıcı ilk yabancılığında tanıdık bir yüzün ve ona dair her şeyin kaybı fikriyle başa çıkabilmek için orda yazmaya başladım. Japonya’ya döndüğümde de devam ettim yazmaya ve doktoramı bitirip Japonya’dan ayrılırken kitabı da bitirdim. Herhangi bir plan ya da anlatının gittiği belli bir yön, bir amacı yoktu.

**

Sanırım bir dönemin daha sonuna gelmiştim ve uzun yıllar yaşadığım başka bir ülkeyle vedalaşmak, vedalaşılamadan kaybedilen bir insanla da vedalaşmanın bir yolu gibiydi, bir çemberin aralık uçları birleşti ve kitap da orda bitmiş oldu. Daha sona öğretim görevlisi olarak Hindistan’a gittiğimde kitap Esha Mathur takma adıyla yayımlandı. O dönem Hindistan’da yaşadığım için bu ismi seçtim belki biraz da kitabı beni de geçen bir yolculuk benim dışımda bir hikâye gibi görmek istediğim için. Evrende sürekli bir yabancılık halinin sevilen bir insanın ve yaşamın kaybına vermeye çalıştığı acemi bir yanıt olarak görüyorum “Uğurun Mantığı”nı. Kendimi yazar olarak görmüyorum ama bu kitapla diyalog halinde başka bir kitap yazmak benim için anlamlı bir düşünce. Şimdi üzerinde çalıştığım ikinci kitapta mekân ve insanlardan çok şiirin nasıl değişebildiğini görmeye, kurgulamaya ve anlatmaya çalışıyorum.

Daha Fazla Göster
Başa dön tuşu
Yandex.Metrica