Nutuk

Nutuk (SÖYLEV)-yayımlama bölümü-13

Nutuk (SÖYLEV)-yayımlama bölümü-13

Kastamonu Valisinin İstanbul Hükümetince Değiştirilmesi ve Bundan Çıkan Olay

Efendiler, Kastamonu’da vali bulunan İbrahim Bey, ben ordu müfettişi iken, kurmay başkanım olan Albay Kâzım Bey’in şahsen tanıdığı bir kimseydi. Bu sebeple kendisine her türlü sırlar bildirilmişti. Aramızda şifreli haberleşmeler yapılıyordu. Kendisi İstanbul Hükümeti tarafından İstanbul’a davet edildi. Bu daveti, yerine getirmemesi gerekirken, anlaşılmaz gerekçe ve düşüncelerle İstanbul’da tutuklanmak için Kastamonu’dan ayrılmıştı. İstanbul, İbrahim Bey’in yerine bir başkasını Kastamonu’ya vali olarak atamıştı. Bu zat, Eylül’de İnebolu’ya varmış bulunuyordu. Kendisinin tutuklanmasını oradaki ilgililere emrettik. Bu konuda ilgi çekici küçük bir şey geçti. Müsaadenizle biraz etraflıca anlatayım: Kastamonu bölgesinde ve Kastamonu il merkezinde gevşeklik ve zayıflık belirtileri görülmeye başlayınca, Kastamonu’ya güvenilir ve güç sahibi bir subayın gönderilmesini Ankara ‘da bulunan Ali Fuat Paşa’dan rica etmiştim. Fuat Paşa, Kastamonu Bölge Komutanı sıfatıyla oraya Albay Osman Bey’i göndermişti. Osman Bey, tam 16 Eylül günü Kastamonu’ya varmıştı. Biz de kendisinden yeni gelen vali için verdiğimiz emrin uygulanmasını bekliyorduk. Arz ettiğim emri verdikten sonra, uygulama ve yürütme hakkında telgraf başında bilgi bekliyordu. Gece olmuştu. Kastamonu’dan benimle konuşarak istediğim bilgiyi verecek bir kimseyi bulamıyordum. Nihayet, 16/17 Eylül gecesi, Kastamonu ve Dolayları Komutanı Albay Osman Bey, Kastamonu telgrafhanesine geldi ve aynen şu telgrafı verdi:
Bugün Kastamonu’ya geldim. İstanbul Hükümeti’nin adamları, vali vekili ve Jandarma Komutanı’nın oyunu ile evimde tutuklandım. Vatanseverlik örneği subaylarımızın yardımlarıyla şimdi kurtuldum. Ben de vali vekilini ve Jandarma Alay Komutanı’nı birlikte tutuklattım. Telgrafhaneyi işgal ettim. Buradaki durum önemlidir. Kongreden istirham ediyorum, buraya, aldığı bütün kararları ile ilgili bilgi vererek Sayın Kastamonu halkını aydınlatsın. Yeni valinin İnebolu’ya indiği haber alındı. Hakkında nasıl bir işlem yapılacaktır? Burada, vali vekili ve başkalarının tayini konusunda milli kongrenin bana yetki vermesini ve bu istirhamımla ilgili cevabı şu anda makine başında beklemekte olduğumu arz ederim.

Osman Bey ile makine başındaki görüşmemiz şu şekilde devam etti. Kendisinden sordum:
“Şimdi orada duruma hâkim misiniz? Ne kadar kuvvetiniz vardır? Orada ilin ileri gelenlerinden güvenilir kim vardır? Yeni tayin edilip İnebolu’ya geldiği haber alınan valinin adı nedir?”
Osman Bey’in cevabı şuydu: Hâlen ile hâkim durumdayım. Her halde, kongrenin bana yardımcı olması ve beni aydınlatması gerekir. Atanan valinin Konya valiliğinden emekli, çok eski bir zat olduğu söyleniyor. Adı Ali Rıza’dır. Kuvvetim iki yüz elli kişilik bir tabur ve dört tüfekli, bir ağır makineli bölüğünden ibarettir. Daha halk ile görüşülememiştir. İlin ileri gelenlerinden Defterdar Ferit Bey vardır.”
Osman Bey’e şu emri verdim: “Şimdi siz vali vekilliğini kendi üzerinize alınız. Bütün askeri ve sivil kuvvetleri elinizde tutmaya tam olarak yetkilisiniz: Gelmekte olan valiyi hemen tutuklatacak çabuklukta tedbirler alınız. Yaptıklarımıza açıktan açığa karşı koyanlara karşı kararsızlığa düşmeden silâh kullandırınız. İl defterdarı, benim Diyarbakır’dan tanıdığım Ferit Bey ise, size yardım etmesi gerekir. Bolu mutasarrıfına, aldığınız durumu ve yetkiyi hemen şimdi bildirerek onun da İstanbul’a karşı aynı şekilde hareket etmesini tarafımızdan söyleyiniz. Sinop Mutasarrıfı Mazhar Tevfik Bey’e de benim tarafımdan aynı talimatı veriniz. Yanınızda hangi şifre anahtarı vardır?”
Osman Bey’in cevabı: “Vali vekilliğini Defterdar Ferit Bey’e vereceğim, kendi üzerime alamayacağım. Bildiğiniz Ferit Bey’dir. Sinop mutasarrıfı bildiğinizdir; kendisi görevden alınmıştır. Vekilliği Jandarma Tabur Komutanı Remzi Bey’dedir. Mazhar Tevfik Bey’in Sinop’ta olduğu bildiriliyor. Şifre anahtarı tutuklu alay komutanındadır; istendi, alacağım cevaba göre arz ederim, efendim.”
“Yanınızda başka şifre anahtarı var mıdır? Ferit Bey şimdi nerededir? Durum hakkında bilgisi var mıdır? diye sordum.
“Durumdan bilgisi yoktur, şimdi çağrıldı, gelecektir. Ben hiç şifre anahtarı almadım; çünkü tutuklanacağımı bilmiyordum, makam şifresi ile yazarım ümidinde idim.” cevabını verdi.
“Oradaki jandarma tabur komutanı kimdir; ne kadar jandarma kuvveti vardır; emriniz altına girdi mi?” sorusunu yazdırdım. Buna da verdiği cevapta: “Jandarma Komutanı Emin Bey, yanımda ve benimle işbirliği yapmıştır. Merkezde jandarma sayısı otuz beş kadardır. Polis Müdürü Halil Beyde yanımda ve benimle işbirliği etmiştir. Polis sayısı kırktır. Piyade Tabur Komutanı Şerif Bey biraz budala olduğundan şimdilik tutuklanmıştır. Jandarma Tabur Komutanı Emin Bey, yüzbaşıdır. Defterdar Ferit Bey geldi, yanımdadır.”
“Emin Bey’i biraz anlatır mısınız” sorusuna 1902 (318) çıkışlı, Üsküp’lü Emin, tanırsınız. Ayrıca ellerinizden öpüyorlar.”

Bunun üzerine şu satırları yazdırdım:
“Emin Efendi’yi tanırım, teşekkür ederim. Ferit Bey’e durumu anlattınız mı? Önemli hususlar makam şifresiyle bildirilebilir. Sinop mutasarrıf vekili olan Jandarma Komutanı güvenilir bulunmadığı takdirde, yerine sizce uygun görülecek birinin vekilliğe getirilmesi için gerekli olan tedbirler düşünülmelidir. Yardıma ihtiyaç duyuyor musunuz?”
0sman Bey: “Kuvvete ihtiyaç duyup duymadığımı daha sonra arz edeceğim; Jandarma Tabur Komutanı yeni geldiği için durumu anlaşılamamıştır, efendim” cevabını verdi.

Osman Bey’e başka bir söyleyeceği olup olmadığını ve Ferit Bey’le durum değerlendirmesi yapıp yapmadıklarını sorup anladıktan sonra, şu telgrafı yazdırdım:

Osman Bey’e ve Ferit Beyefendi’ye

Alınacak tedbirler ve yapılacak işlerinizde başarılar dilerim. Bize durumunuzdan ve gelmekte olan valinin tutuklandığından haber vermenizi bekleriz.
Mustafa Kemal

Kastamonu da İstanbul’a Karşı Harekete Geçiyor

Ferit Bey vali vekili; Albay Osman Bey, Kastamonu ve dolayları komutanı olarak faaliyete geçtikten bir iki gün sonra, kendilerini tekrar telgraf başına çağırarak bilgi istemiştim.
İstanbul’da gereken makamlara, istenildiği şekilde ve halkın imzası ile telgraflar çekildiği, bütün illere ve sancaklara da bu telgrafların duyurulduğu bildirilmekle birlikte, birtakım sorular da soruluyordu.
Söz gelişi “Halk diyormuş ki: 1- Öteki illerin kamuoyu bizimle birlikte değiller midir?
2- Bu olağan dışı durum ne zamana kadar sürecektir?
3- Kabinenin direnmesine karşı ne gibi tedbir buyruldu? Lütfen bizi aydınlatınız Paşam!”

Halk adına yöneltilen bu soruların vali vekili ve komutan beylerinde zihinlerini işgal etmekte olduğunu hesaba katarak ona göre cevap vermek, yorgunluğuna değerdi. Bunun için Sivas-Kastamonu telini saatlerce işgal eden uzun bilgi verildi ve açıklamalar yapıldı. Bu açıklamaları şöylece özetleyebilirim:
1- Milli kaynaşma, vatanın her köşesinde kuvvetli ve ateşli bir şekilde vardır. Bütün illerin en ufak köylerine varıncaya kadar halk, en ufak birliğine kadar da bütün ordularımız tam bir duyarlık içinde ve tam bir birlik halinde, bildirilen kararlan uygulamakta ve yürütmektedirler. Halkın ikinci ve üçüncü sorusuna cevap olmak üzere de:
2- Ne zaman Kastamonu halkı bu durumu olağan dışı bulup endişeye düşmek zayıflığından kurtularak, amacımıza ulaşıncaya kadar dayanmakta kararsızlık göstermezse, işte o zaman bu olağandışı durum kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Kabinenin direnmesi tabiidir. Buna karşı başka bir tedbire girişmeden önce, ilk tedbirimizi hakkıyla ve her yerde kesinlikle uygulama çarelerini düşünelim. Söz gelişi, Bolu’nun durumu hakkında ne yapılmıştır? Bolu kesimine kadar olan bütün yerlerin İstanbul ile resmi haberleşmelerinin kesildiğinden emin miyiz? Bununla ilgili olarak, beklemekte olduğumuz bilgiler daha gelmemiştir. İşte, bu dediğim tedbir İstanbul’a kadar yaygınlaştırıldığı takdirde, kabinenin direnmeye gücü kalmayacağını sanırım. Bununla birlikte, bundan sonra da pek cahilce ve pek ahmakça bir inadı devam ettirmek isterlerse, herhalde daha etkin tedbirler uygulanmasına imkân vardır.

Bundan sonra vali ve komutanın verdiği bilgilerden şunlar anlaşıldı İnebolu’dan İstanbul’a geri gönderilen yeni vali, Zonguldak ta, Dâhiliye Nazırı’ndan şöyle bir emir almış:
“Bolu ve çevresi serbesttir. Zonguldak’a çıkınız. İlin gereken yerleri ile haberleşiniz ve son gelecek emre kadar orada bekleyiniz.” Gerçekten yeni vali Zonguldak’ta kalmış ve etrafa gözdağı vermeye başlamış.
Ferit ve Osman Beyler, Zonguldak mutasarrıfına yeni valinin tutuklanıp karadan Kastamonu’ya gönderilmesini emretmişler. Mutasarrıf bunu yapmamış. Bununla birlikte, durumu öğrenen yeni vali orada barınamayarak, İstanbul’a dönmüş.

Ali Fuat Paşa Batı Anadolu Kuva-yı Milliye Komutanı

Bir münasebetle arz etmiştim ki, 20’nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, kongre adına bazı kararlar alıp, hazırlıklar yapmıştı. Ali Fuat Paşa ‘ya kongrece “Batı Anadolu Kuva-yı Milliye Komutanı” unvanı verildi. Paşa, Eskişehir ve dolaylarını milli bir bölge olarak kabul edip komutanlığına Süvari Yarbayı Atıf Beyi Afyonkarahisar dolaylarını da milli bir bölge olarak kabul edip Komutanlığına 23 üncü Tümen Komutanı Ömer Lütfi Bey’i tayin etmişti. Bu tümen ile, Anadolu’ya geldiğimizin daha ilk günlerinde temas kurup ilgilenildiğini o günlere ait açıklamalarım arasında belirtmiştim. İstanbul Hükümeti, Fuat Paşa’nın yerine Hamdi Paşa‘yı tayin etmiş ve göndermişti. Hamdi Paşa, Eskişehir’e kadar geldi. Orada kendisine, 16 Eylülde İstanbul’a dönmesi gerektiği bildirildi. İngilizler, Eskişehir Bölgesi Kuva-yı Milliye Komutanı Atıf Bey’i tutuklayıp İstanbul’a gönderdiler. Kuva-yı Milliye Komutanı olan bir şahsın, kendisini kolaylıkla düşman eline düşürmeyecek tedbirleri almış olması gerekirdi. Bu konudaki gaflet ve tedbirsizlik kendisini kurtarmak için uzun zaman birbiri ardınca teşebbüslerde bulunmamızı gerektirdi. Bildiğiniz üzere, o tarihlerde Eskişehir’de İngiliz birlikleri vardı. Fuat Paşa, toplayabildiği milli kuvvetlerle birlikte Eskişehir’e yakın Cemşit’e gitmişti. Eskişehir’i uzaktan çevirtti. Eskişehir’de bulunan İtilâf Kuvvetleri Komutanı General Solly Flood ( Soli Flud)’un Fuat Paşa’ya gönderdiği bir mektupla kullanılan ifadeler ve Kuva-yı Milliye’nin tanıtma şekli, milli komutanlarımızın ve Kuva-yı Milliye’mizin yüksek şeref ve haysiyetlerine karşı bir saldırı sayıldığından ve adı geçen generalin hak ve etkisi dışında görüldüğünden bu konuda İstanbul’da bulunan İtilâf Devletleri siyası temsilcilerinin bir muhtıra ile dikkatleri çekilmişti. 25 Eylül 1919 tarihinde General Solly Flood’un Fuat Paşa’ya gönderdiği, bir kurmay binbaşı ile Eskişehir İngiliz kontrol subayından oluşan bir hey’et, İngilizlerin, iç işlerimize ve Milli Mücadele’mize asla karışmayacakları konusunda söz verdiler. Bu sıralarda, İngilizler, Merzifon’da bulunan kuvvetlerinin geri çekilmesine memnun olup olmayacağımızı öğrenmek istemişlerdi. Elbette pek memnun olacağımızı bildirmiştik. Gerçekten de oradaki kuvvetlerini bütün ağırlıkları ile birlikte önce Samsun’a çektiler, daha sonra oradan da İstanbul’a götürdüler. Eskişehir’e hâkim olduktan sonra, Fuat Paşa’yı Bilecik ve Bursa yörelerine göndermeyi düşünüyorduk.

Konya Valisi Cemal Bey İstanbul’a Kaçıyor ve Konya Halkı da İstanbul’u Tanımıyor

Efendiler, Konya’da vali bulunan Cemal Bey, Ferit Paşa Hükümetinin Anadolu’da önemli bir dayanak noktası durumuna geldi. Konya’da Ordu Müfettişi olan Cemal Paşanın İstanbul’a gidip de gelememesi orada bulunan Kolordu Komutanı Salâhaddin Beyin kararsızca davranışları ve sonunda haber vermeden İstanbul’a çekip gitmesi Konya ve dolaylarını Vali Cemal Beyin egemenliği altında bırakmıştı. Oraya, amacı iyi anlamış olan birinin gönderilmesi gerekiyordu. Sivas’ta yanımızda bulunan Refet Beyin gönderilmesi uygun bulundu. Refet Bey yola çıktı. Konya’da Temsilci Kurul tarafından gönderilen bir komutan gelmekte olduğu haber alınınca, yurtseverler canlanmış, diğer taraftan da Vali Cemal Bey hapishanede ne kadar kanlı katil, tutuklu varsa hepsini çıkarıp silâhlandırmış ve kendisine bir kuvvet oluşturmak istemişti. Konya’nın sayın halkı, bu alçakça davranışa karşı ayaklanarak yurtseverliğin gereğini yapmaya karar vermiş ve bunun farkına varan Cemal Bey, 26 Eylülde İstanbul’a kaçmıştır (Belge: 107). Halk, belediye dairesinde toplanarak Hoca Vehbi Efendiyi vali vekilliğine getirmişti.

Refet Bey’in Yerinde Olmayan Bazı Teklifleri

Efendiler, dikkate değer bir noktadır; şimdi hatırıma geldi, yüksek topluluğunuza bildirmeden geçemeyeceğim; Sivas-Konya yolu üzerinde bir telgraf merkezinden, Refet Beyden bir servis aldım. Refet Bey, bunda; Konya ve yöresinde başarı sağlamak için kendisine İkinci Ordu Müfettişliği sanı ve yetkisinin verilmesi gerektiğini bildiriyordu. Refet Bey çok sonraları Ankara’da bulunduğum sırada, Bolu ve yöresindeki asilerin yok edilmesiyle görevlendirildiği zaman da oradan bir şifre ile, halk üzerinde büyük etkisi olacağından söz ederek kendisine paşa sanı verilmesini benden istemişti. O zamanlar Refet Bey’in gerek birinci ve gerek ikinci isteklerini yerine getirecek resmi görev ve yetkide bulunmadığımı açıklamaya gereklilik yoktu. Özellikle bunu Refet Bey’in en iyi bilmiş olması kuşku götürür mü? Refet Bey bu isteklerini yerine getirmek için benim İstanbul hükümeti katında aracılık etmemi dolaylı olarak anlatmak istiyordu da denilemezdi. Çünkü dünyaca bilinirdi ki ben, ordu müfettişliğinden ve askerlikten ayrıldıktan başka padişah ve İstanbul hükümeti tarafından kovulmuş ve ölüm hükmü giydirilmiştim. Çalışmalarım bir Kongrenin seçtiği kurul içinde, Temsilci Kurul içinde, onun adına oluyordu. Ulusal işlerde bulunmak ve özellikle bunda başarılı olmak için resmi san ve yetki şart ise, aslında o, benim kendimde yok idi. Başarı sağlamak için, içinde bulunduğum durum ve koşulların niteliği anlaşıldıktan sonra, benden resmi şekiller içinde san ve yetki aramanın yeri olamayacağı doğaldır. Kuşkusuz Refet Beyi Konya’ya görevle gönderirken biz kendisine amaç içindeki her türlü iş ve davranış için tam ve geniş yetki vermiştik. Bunun kullanılması ve uygulanması onun kendi yeteneğine ve gücüne bağlı idi.

Efendiler, her yanı ulusal çalışmaya ve örgütler kurmaya yöneltmek için çalışırken İstanbul hükümetinin isteğine hizmet eden üst düzey sivil görevlilerden bir kısmı tarafından sözde tinsel gözdağı veren telgraflar da alıyorduk. Örneğin; Urfa Mutasarrıfı Ali Rıza adında biri tarafından yaptıklarımızın İtilâf Devletlerine saldırma sayıldığını ve bu yüzden Osmanlı ülkesinin bazı yerlerine İtilâf Devletleri askerleri girerek Türk Hükümetine son verileceği, görüşerek edindiği bilgilere dayanarak bildiriliyor ve hükümetle anlaşmamız öneriliyordu. Bu telgrafın mutasarrıfa yabancılar tarafından dikte ettirildiğine kuşku yoktu. Buna elbette gereği gibi karşılık verildi (Belge: 108).

General Harbord Heyeti ve General’e Verdiğim Cevap

Efendiler, hatırlarınızda olsa gerektir ki, memleketimizde ve Kafkasya’da incelemeler yapmak üzere Amerika Hükümeti, General Harbord’un başkanlığında bir hey’et göndermişti. Bu hey’et Sıvasa geldi. 22 Eylül 1919 günü General Harbord ile uzun uzadıya konuştuk. Generale, ulusça yapılanların amaç ve gereğini ulusal örgüt ve birliğin doğuş nedenini, İslâm olmayan unsurlara karşı olan duygular ve yabancıların memleketimizdeki olumsuz propagandası ve işler hakkında ayrıntılara girerek ve kanıtlara dayanarak açıklamalar yaptım. Generalin bir takım acayip sorularıyla da karşılaştım. Örneğin; ulus düşünülebilen her türlü girişim ve özverilerde bulunduktan sonra bile başarılı olunamazsa ne yapacaksın? Verdiğim yanıtta -hatırımda aldanmıyorsam– demiştim ki: Bir ulus varlığını ve bağımsızlığını sağlayıp korumak için akla gelebilecek her girişim ve özveride bulunduktan sonra başarılı olur. Ya başaramazsa demek, o milletin ölmüş olduğunu kabul etmek demektir. Öyleyse millet, yaşadıkça ve özverili girişimlerini sürdürdükçe başarısızlık söz konusu olamaz.
Generalin sorduğu sorudan ana amacının ne olabileceğini araştırmak istemedim. Fakat verdiğim cevabın onun tarafından beğeni ile karşılandığını bugün yeri gelmişken söylemek isterim.

Abdülkerim Paşa’nın Aracılıkları

Efendiler, Eylülün 25’inci günü akşamı, Ankara’da bulunan Kolordu Komutan Vekili Mahmut Bey’den aldığım bir şifreli telgrafta şunlar bildiriliyordu:
Bu gece İstanbul telgrafhanesinden Fuat Paşa’yı telgraf başına istediler. Dâhiliye Nezareti’nin vilâyet şifresi ile bir şifre yazdırdılar. Bunun özeti: Vatanın kurtulması yalnız padişah’ın bildirisindeki en doğru yol göstermelere uygun hareket etmekle kolaylaşacaktır. Milli Mücadele, medeniyet dünyasına iğrenç gayeler gibi aksettirildi. Hükümet ile millet arasındaki ayrılık yabancıların işe karışmasına yol açacaktır. Konferans, bizim hakkımızda karar verirken, bu anlaşmazlık iyilik ve kurtuluş belirtisi olmayacaktır. Sonuç olarak, hareketin liderleri ile görüşmek üzere, yüksek şahsiyetlerle, bildirilecek yerde buluşma bir oldubitti şekline sokularak, vaktin darlığı dolayısıyla hemen cevap beklenmektedir. Görüş ayrılıklarına saygılı davranılacağını, şahsa ve şerefe dokunulmayacağını abartmalı bir şekilde ekliyor. Telgrafı yazan zat, Genelkurmay Tuğgenerallerinden Abdülkerim Paşa’dır. Bu telgrafa Ticaret ve Ziraat Nâzırı Hâdi Paşa vasıtasıyla ve aynı şifre ile cevap beklemektedir. Adı geçenin, böyle bir hileye başvurarak, müracaatın bizden geldiğini ilân etme ve yayma gayesi güttüğü anlaşılıyor. Telgraf başında beklediklerinden, bir an önce, kabul edilip edilmeyeceği ile ne cevap verileceğinin bildirilmesi istenmektedir. Ali Fuat Paşa Hazretlerine de yazılmıştır.

Mahmut Bey’e aynı gün saat 19.00’dan sonra makine başında verdiğim telgrafta şunları bildirdim: “Kerim ve Hadi Paşa’lara, Fuat Paşa’nın Ankara’da olmadığını ve meşgul bulunduğunu, ancak, görüşmek istedikleri takdirde, Sivas’ta bulunan Hey’et-i Temsiliye ve bu Hey’et içinde bulunan Mustafa Kemal Paşa ile istedikleri şekilde görüşmenin mümkün olduğunu bildirirsiniz (onlar görüşme isteğinde iseler), diye kaydettirirken dikkatli bulunmak gerekir.”

Mahmut Bey, Kerim Paşa’nın Ankara’ya çektiği telgrafı aynen bize de yazdı. İçindekiler aşağı yukarı Mahmut Bey’in özetledikleriydi.

Efendiler, İstanbul Hükümeti ile haberleşmeyi kesişimizin on beşinci günündeyiz. Milli karara karşı muhalefet durumuna geçen bazı yerler, ister istemez milli akıma uymaya mecbur edildi. İstanbul’a, her gün bütün memleketten, hükümetin düşürülmesi isteği ile ilgili telgraflar yağdırılmaya başladı. İtilaf Devletleri’nin Anadolu da dolaşan subay ve memurları, her yerde açıktan açığa, Milli Mücadele’ye karşı tarafsız olduklarını ve memleketin iç durumuna karışmadıklarını söylemeye başladılar. Bu durum karşısında, Padişah ve Ferit Paşa’nın, artık Milli Mücadele liderleri ile uzlaşmaktan başka çıkar yol kalmadığını hesaba katarak, fakat herhalde mevkilerini de korumak şartıyla, bir uzlaşma yolu olabilecek imkânlar araştırmaya başladıkları kanısına varmak yanlış olmaz inancındayım.
Efendiler, adı geçen rahmetli Abdülkerim Paşa, benim çok eski bir arkadaşımdı. Pek namuslu, gayretli, temiz kalpli bir vatanseverdi. Selanik’te, ben kolağası o binbaşı olarak aynı büroda çalışmış, yıllarca özel arkadaşlık etmiştik. Rahmetlinin tavır ve durumundan bir tarikata bağlı olduğu anlaşılıyordu. Bazı tekkelere devam ettiği de görülmüştür. Ancak, herhangi bir şeyhe bağlılığını bilen yoktur. Çünkü kendisini inançları ve vicdani değerlendirmelerinde taşıdığı manevi derece bakımından hazret-i evvel, büyük hazret olarak kabul eder, kendi dostluk çevresi içinde yer alanlara, kendisince, karşısındakinde gördüğü yeteneğe uygun hazret, kutup gibi makamlar verirdi. Bana “kutbu’l-akdab” derdi. Şimdi açıklayacağım görüşmemizde de bu noktalara tesadüf edeceğiz. Kerim Paşa’nın, kendine has bir konuşma ve yazış tarzı vardı. Kerim Paşa, çok samimi ve zamanında kendisine büyük şöhret kazandıran yüksek bir söz söyleme gücü ile konuşur ve öyle yazardı. Kendisinde, inandırma güç ve kudreti olduğu da sanılır ve öyle kabul edilirdi. Bizim Selânik’te bulunduğumuz sıralarda, orada ordu komutanlığı ve ordu müfettişliği ile bulunmuş olan Hadi Paşa, Kerim Paşa’yı açıkladığım vasıflar ile dostlar arasında sayılır ve sevilir bir kimse olarak tanımıştı.
İşte Ferit Paşa’nın kabine arkadaşı Hâdi Paşa, sıkışmış olan Padişah’ın ve Ferit Paşa’nın pek elverişli bir yolla imdadına yetişmek istiyordu. Kerim Paşa, Ali Fuat Paşa’yı da Selanik’ten tanıyordu.

Daha Fazla Göster
Başa dön tuşu
Yandex.Metrica