Nutuk

Nutuk (SÖYLEV)-yayımlama bölümü-29

Nutuk (SÖYLEV)-yayımlama bölümü-29

Efendiler, Rauf Bey’in başkanlık konusundaki açıklamasına verdiğim cevapta demiştim ki: “İleri sürülen sakıncalar, daha önce etraflıca düşünülen şeylerdir. Benim başkanlığımı gerektiren sebepler bellidir. Bunlar, Kuva-yı Milliye’nin millet tarafından kabul edildiğini göstermek, Meclis dağıtıldığı takdirde başkanlıkla ilgili görevleri güven içinde yapabilmek, milli varlığımızla bağdaştırılamaz bir barı$ teklifi karşısında milletçe bir ayaklanma, Meclis’in başkanı sıfatıyla, milletin maddi ve manevi güçlerini savunma durumuna geçirme düşünceleridir. Sözlerinizden, savunma ile ilgili olan bu durumların, bugün İstanbul çevresince önemli sayılmadığı anlaşılıyor. Eğer, görüşlerdeki isabetsizlikten dolayı vatan ve milletin savunulmasında bugün için ve yarın aksaklıklar ortaya çıkarsa, sorumluluk bu yanlışlığı yapanlara düşer. Bunların benim şahsi isteklerimle ilgili olmadığını temine gerek yoktur.”

Efendiler, Harbiye Nazırı’nın ve Genelkurmay Başkanı’nın zorla düşürüldüğünü biliyoruz. Meclis Başkanlığı’na seçilen merhum Reşat Hikmet Bey’in, bir uydurma sebeple yabancılar tarafından tutuklandığını haber almıştık. İstanbul’da bulunan Hey’et-i Temsiliye üyelerinin tutuklanmalarının düşünüldüğü, Rauf Bey’in 28 Ocak 1920 tarihli yazısında bildiriliyordu. Bu durumlardan, Kuva-yı Milliye aleyhtarlığının, Meclis’in dağıtılma ihtimalinin ve dolayısıyla milletçe savunmaya geçme zamanının daha da yaklaştığı meydanda idi. Fakat bu gerçeği sezebilen azdı.

Efendiler, Reşat Hikmet Bey’in kurtarılması için de Ankara’dan çalışmak gerekiyordu (Belge: 231 ).

Rauf Bey’in, Meclis’in durumunu anlatan 27 Ocak 1920 tarihli şifreli telgrafında endişe verici bazı cümleler vardı. Söz gelişi, kabine başlangıçta çekilmeyi düşünmüş, fakat çekilmemiştir. Meclisin bugünkü durumu, bu işi çözüme bağlamaya elverişli değildir, Buradaki milletvekilleri, milletin Maraş bölgesi ile ilgili olarak gönderdiği telgrafları, genel kurulda okumak cesaretini bile gösteremiyorlar. İtilaf Devletleri’nden filânın falanın isteklerine uygun olarak davranmamızı tavsiye ediyorlar. Toplanacak yerimiz yoktur (Belge: 232, 233) gibi.

Rauf Bey’e, 7 Şubat 1920’de gönderdiğimiz bir yazıda, şu düşüncelerimizi bildirdik: Milletvekilleri, İstanbul’daki iç ve dış etkilere kapılarak, barışa yönelme gayesini ihmal edip, kölelik, mevki kapma hırsı, kıskançlık, kuruntu v.b. sebeplerle anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Arkadaşlarımız, çok sayıda milletvekilini içine alan bir çoğunluk sağlayabilmek için, kendi düşünce ve inançlarından sürekli olarak fedakârlık yapmışlar ve uysal olmak sevdasıyla, hükümet ve bilinen çevreler üzerindeki etkilerini büsbütün kaybetmişlerdir. Uyumsuzluk yaratmamak kaygısıyla bu davranışa devam edilecek olursa, milli davaya aykırı emellere ve türlü türlü ihtiraslara âlet olunmaktan, milli meseleler aleyhinde kararlar alınmasına engel olunamamaktan korkulur. Bu duruma karşı alınacak tedbir şudur: Azınlıkta olsalar bile, ilkelerimize her bakımdan bağlı arkadaşlardan kurulu bir grupla yetinmek…Bunun sakıncası uysallıktan azdır. Hükümeti mutlaka düşürmek ve kesin mücadele durumuna geçmek gerekir (Belge: 234).

Hükümeti Mutlaka Düşürmek ve Kesin Mücadele Durumuna Geçmek Gereği

Efendiler, Ali Rıza Paşa Kabinesi ekilmemiş, Meclis de bir problem çıkarmaktan sakınarak, onu düşürmek yoluna gidememiş ve bazı üyeleri değiştirilmiş olan Ali Rıza Paşa Kabinesi’ne güvenoyu vermiştir.

Ali Rıza Paşa Kabinesi’nin Meclis huzurunda okuduğu hükümet programını bilmem hatırlar mısınız? Bu programda:

Sadrazam Paşa, yaptığı en önemli görevi sözlerine başlangıç olarak alıyor; İstanbul Hükümeti ile Anadolu arasında haberleşmenin kesilmesine kadar varan anlaşmazlığın giderilmesini başardığını, bundan böyle milli iradenin yüce Meclis’te tecelli edeceğini, artık meşrutiyet ilkelerine tam olarak uyulabilmesi için bir engel tasavvur etmediğini söylüyordu.

Efendiler, bu sözlerle, Hey’et-i Temsiliye’nin milli irade adına hareket etmesine ve meşrutiyet ilkelerine uygun hareketlere engel olmasına artık yer olmadığı gibi bir anlam sezdirilmek isteniyor. Daha dün Milli Meclis’in, İstanbul da toplandığı bir sırada, milli iradeye de milletlerarası kurallara da aykırı olarak, bizzat kendilerinin ve kendileriyle birlikte Meclis’in ve milletin ne kadar ağır bir saldırıya uğradığını açıklama gereği duymayan sadrazam, hâlâ Hey et- i Temsiliye yi jurnal etmekle durumunu kurtarmaya çalışıyor ve bizim sayın milletvekili arkadaşlarımız da, bu sözleri büyük bir sessizlikle dinleyebiliyorlar.

Hükümet, siyasi zümrelere karşı tarafsızlıktan ayrılmadığını ve ayrılmayacağını bir kere daha belirttikten sonra, bugüne kadar elde ettiği başarıların derecesinin takdirini Meclis’e bırakıyor.

Sadrazam, devlet idaresinin düzeltilmeye muhtaç olduğunu söyleyerek Osmanlı Devleti’nin, her yabancı devlet baskısı karşısında kaldıkça başvurduğu eski politikasını yeniden canlandırarak, dünyaya yeni düzeltmeler yapılacağı sözünü veriyor: “Yabancıların imtiyazlarını genişleteceğiz. Azınlıkların haklarını korumak için nisbi temsil yönetimini uygulayacağız. Adalet, maliye, bayındırlık ve güvenlik işlerinde ve hatta sivil yönetimde yabancılara yeteri kadar kontrol yetkisi vereceğiz” diyerek düşündükleri düzeltmelerin esaslarını sayıyor.

Sadrazam Paşa, dışişlerinden bahsederken de “Ateşkes Anlaşması hükümlerinden ayrılmamak, hükümetçe gerekli görülmektedir” taahhüdünde dünde bulunurken, “İzmir’in işgalinden dolayı meydana gelen kaynaşma ve karışıklığa son verecek olan, ancak barıştır” demekle yetiniyor; kararlılık ve ileri görüşlülüğün güçlükleri yeneceğine tam bir inancı bulunduğunu söyleyerek, programını bitiriyor (Belge: 235).
Ali Rıza Paşa ve Kabinesinin İç Yüzü

Efendiler, Meclis- i Meb’usanca kabul edilen bu programı tahlil ve yorumdan geçirerek burada vakit kaybetmeyi gereksiz sayarım.

Yalnız Efendiler, Sadrazam Ali Rıza Paşa’nın ve kabinesinin içyüzünü ve utanmazlığını gösteren bir belgeyi aynen bilginiz sunmama müsaadenizi rica edeceğim:

Çok ivedi İstanbul,14.2.1920
Valiliklere ve Müstakil Sancaklara
Son olarak Meclis- i Meb’usan’da okunan ve büyük bir çoklukla kabul edilerek hükümete güvenoyu verilmesini sağlayan programın önemli noktalarından birinde belirtildiği üzere, her türlü milli davaların tek tecelli yeri olan Meclis Genel Kurulu, Allah’a şükür artık toplanıp çalışmaya başladığına göre, meşrutiyet ilkelerinin her türlü engel ve etkilerden uzak olarak yürürlük kazanması gereken memleketimizde, bu Meclis’ten başka yerde, milli irade adına konuşmaya ve istekler ileri sürmeye artık sebep ve imkân kalmadığından, hükümet işlerine müdahale şeklindeki her türlü faaliyet ve hareketlerin cezalandırılacağı duyurulur. ( Sadrazam Ali Rıza)
Efendiler, böyle bir genelgeye ne gerek vardı? Hey’et-i Temsiliye’yi millet gözünde küçük düşürmekte, onun cezalandırılabileceğinden bahsetmekte ne yarar vardı? Eğer Hey’et-i Temsiliye zaman zaman hükümetin dikkatini çekmeyi gerekli görüyor idiyse, bu hareketinin ne kadar temiz ve yüksek düşüncelere dayandığından ve ne derece vatanla ilgili zaruretler yüzünden yapıldığından hâlâ şüphe edilebilir miydi? Hey’et-i Temsiliye’yi, dolayısıyla milletin birlik ve dayanışmasını yok etmeyi asıl hedef olarak kabul eden hükümet, Aydın, Adana, Maraş, Urfa Antep cephelerinde sürüp gitmekte olan çarpışmalardan ise, asla duygulanmış görünmüyordu. Yabancı devletlerin, doğrudan doğruya kendi kabinelerine yapmış olduğu baskıdan üzüntü duymuyordu. Şunu da açık olarak belirtmeliyim ki, her türlü milli davanın belirdiği tek yer olmak gereken Milli Meclis’in, Sadrazam Paşa’nın Tanrı’ya şükrederek söylediği gibi, çalışmalara başladığı da ne yazık ki daha görülmüyordu.

Efendiler, Sadrazam’ın bu genelgesi üzerine biz de şu genelge ile milletin dikkatini çekmeyi gerekli bulduk.

Genelge 17.2.1920
Milll iradenin kanun3 olarak varlığını gösterdiği yer olan Meclis- i Meb’usan’ı açarak milli hâkimiyeti ispatlayabilen Cemiyetimizin, en önemli ve başlıca görevlerinden biri de, milli davaya uygun ilkeler çerçevesinde bir barış yapılıncaya kadar, milli birliği korumaktır. Cemiyetimizin, her güçlüğe göğüs gererek, vatanı ve milli varlığı koruma yolundaki kurtarıcı çalışmalarına, milli gaye gerçekleştirilinceye kadar, daha büyük bir azim ve iman ile devamı şarttır. Bu bakımdan, milletin yaşama ve varlığını devam ettirme temeline dayanan milli teşkilâtın, vatanın her köşesinde, geniş çapta ve yaygın bir biçimde kökleşmesine, eskisi gibi devam edilmesini bütün merkez ve idare hey’etlerinden bir kere daha önemle rica ederiz.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa- i Hukuk
Cemiyeti Hey’et-i Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal

Aldatıcı Söz Vermeler, Ağır İftiralar

Efendiler, İstanbul’dan gönderilen 19 Şubat 1920 tarihli yazıda, “İngiliz Dışişleri Bakanlığı’ndan İstanbul’daki siyasi temsilciliğine gelen ve siyasi temsilcilik tarafından da resmen hükümete yapılan sözlü tebligatta, padişahlık başkentinin Osmanlı Devleti’nde bırakıldığı bildirilmiş; fakat bununla birlikte, Ermeni katliamının durdurulması ve Yunanlılarla bütün İtilâf Devletleri’nin kuvvetlerine karşı olan tutumumuzun değiştirilmesi istenmiş; aksi takdirde, barış şartlarının değiştirilmesinin muhtemel bulunduğu da ayrıca ifade edilmiştir” denilmekte ve bazı hususlar, özellikle “şikâyete yol açacak en küçük olaylara bile meydan bırakılmaması” tavsiye edilmekteydi.

Efendiler, bu sözlü vaadin arkasındaki anlam ve maksat ne olabilirdi? Yunanlıların, Fransızların ve daha başkalarının işgali altında bulunan vatan topraklarından başka, İstanbul’un da alınması kararlaştırılmıştı. Ancak, ileri sürülen şarta uyulursa, İstanbul’u almaktan vazgeçeriz mi, denilmek isteniyordu? Yoksa, Yunanlıların, Fransızların, İtalyanların işgalleri zaten geçicidir, İtilâf Devletleri, yalnız İstanbul’u alacaktı, fakat teklif ettikleri şarta uyarsak, onu da bırakacaklardır, anlamı mı çıkarılıyordu?

Veyahut da Efendiler, İtilâf Devletleri Kuva-yı Milliye’nin işgal bölgelerinde, işgal kuvvetlerine karşı kurduğu cepheleri bozdurmaya ve açtığı savaşları, giriştiği hareketleri durdurmaya, İstanbul Hükümeti’nin gücünün yetmeyeceğini çok iyi anladıklarından, Yunanlılar da dâhil olmak üzere, İtilâf Devletlerine karşı •yapılan saldırının önlenememiş ve aslı olmayan Ermeni katliamına son verilmemiş olduğu bahanesiyle İstanbul’u da mı işgal etmek niyetindeydiler?

Daha sonraki olaylar, bu son tahminin doğru olduğunu göstermiştir tir, sanırım. Ne var ki, İstanbul Hükümeti’nin İngiliz temsilciliğinin teklifinden böyle bir anlam çıkarmaya yanaşmamış, aksine ümide kapılmış olduğu görülüyordu.

Efendiler, yapılmış olan teklifin ne derece yersiz olduğu hususunda bir fikir verebilmek için, biz de o günlerle ilgili bazı durumları hatırlayalım. Şüphe edilmemek gerekirdi ki, Ermeni katliamı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cüret alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler. Maraş’taki feci olay bu yüzden çıkmıştı. Yabancı kuvvetleri ile birleşen Ermeniler, top ve makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi. Binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdi. Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi. Müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı. Yirmi gün süren Maraş katliamında, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu olay hakkında İstanbul’daki temsilcilerine çektikleri telgraf, bu faciayı yaratanları, yalanlanamayacak bir şekilde ortaya koymakta idi.

Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silahlandırılmış olan Ermenilerin süngülerinin baskısı altında her dakika öldürülmek tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorlardı. Canlarının ve bağımsızlıklarının korunmasından başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etme politikası, medeni insanlığın dikkatini çekecek ve onları insafa getirecek nitelikte iken, aksinin yapıldığını iddia ederek ondan vazgeçilmesini isteme gibi bir teklif nasıl ciddi olarak kabul edilebilirdi?

İzmir ve Aydın dolaylarında durum buna benzer ve belki daha da acıklı değil miydi? Yunanlılar, her gün kuvvet ve vasıtalarını artırıyor ve taarruz hazırlıklarını tamamlıyorlardı. Bir yandan da oraya buraya saldırmaktan geri durmuyorlardı. O günlerde İzmir’e yeniden bir piyade alayı ile tam teçhizatlı bir süvari alayı ve yirmi dört adet yük otomobiliyle çok sayıda nakliye arabası, altı tane top ve birçok savaş malzemesi çıkarıldığı, cephelere bol miktarda cephane gönderilmekte olduğu anlaşılmıştı. Gerçek şu idi ki, milletimiz, sebepsiz olarak hiçbir yerde hiçbir yabancıya saldırmış değildi.

Bu durum karşısında, Efendiler, vatanımızın işgal edilmiş yerlerinden düşmanların çekildiklerini görmeden veya hiç olmazsa çekileceklerine tam bir güven duymadan, aldatıcı sözlere gereğinden fazla değer vermek akıl kârı mıydı? Memleket kaderinin tek dayanak noktası olarak kalmış bulunan Kuva-yı Milliye’yi dağıtma gayesi güden bu gibi teklif ve teşebbüsleri anlamakta güçlük var mıydı? Geleceğin şüphe ve belirsizliği uğruna, milli davadan hemen vazgeçmek doğru olur muydu? Yalnız İstanbul’un değil, Boğazlar’ın, İzmir’in, Adana bölgesinin, kısacası milli sınırlarımız içindeki bütün vatan topraklarının egemenliğimiz altında kalması milli gayemiz değil miydi? Bu duruma göre, yalnız İstanbul’un, Osmanlı Devleti’ne bırakılacağı vaadi karşısında, Osmanlı Devleti’nin sadrazamı Ali Rıza Paşa memnun olsa da, Türk milletinin memnun olacağı ve bununla yetinerek susup oturmayı tercih edeceği nasıl düşünülebilirdi? Vahdettin’in sadrazamı, Kuva-yı Milliye’yi dağıtmayı hedef alan bütün bu teşebbüslerin tarihi sorumluluğunu düşünmek istemiyor muydu?

Efendiler, yabancıların teklifine ve onu gerçekleştirmeye kalkışan hükümetin istek ve emrine, milletçe de Kuva-yı Milliyece de boyun eğilmeyeceği şüphesizdi.

Milli Bir Kabine Kurulmasının İmkânsızlığı

Saygıdeğer Efendiler, Rauf Bey, 19 Şubat 1920 tarihli bir şifre ile hükümet ve Meclis hakkında üzerinde durup düşünülmeye değer bilgiler veriyordu. Bu bilgileri özetleyeyim:

“Şubatın on dokuzuncu günü, Sadrazam, Dâhiliye Nâzırı, Bahriye Nâzırı Felâh- ı Vatan Grubu’nun toplantısına gitmişler. Sadrazam, Kuva-yı Milliye’nin ikinci bir hükümet şeklinde görünmemesi, hükümet işlerine karışmaması ve Maraş taraflarındaki çatışmaların daha ilerilere götürülmeyerek durdurulmasını, düzen ve güvenliğin sağlanması gereğini siyasi bakımdan yararlı gördüğünü söylemiş, Ziya Paşa’nın vali ve Ahmet Fevzi Paşa’nın da kolordu komutanı olarak Ankara’ya gönderileceğini bildirmiş. Dâhiliye Nazırı da serbestçe iş görmesine karışılmamasını istemiş. Polis Müdürü ile Jandarma Komutanı’nın değiştirilmesine güçlerinin yetmediğini anlatmış. Eskiden beri dostu olan Keşfi Bey’in dürüstlüğünden ve onu Bursa’ya vali, Faik Ali Bey’i de müsteşar yaptığından bahsetmiş. Salih Paşa da, Maraş ve dolaylarında boşaltılan yerlere, hükümetçe el koymayı siyasi bakımdan mümkün görmemiş, Fransız basınını aleyhimize çevirir, demiş. Padişah, hükümete, Meclis’ten çok hâkim imiş. Meclis’in ruh haline göre, bu hükümeti düşürmek ve yerine gerekli şartları taşıyan milli bir kabineyi getirmek mümkün değilmiş” (Belge: 236)

Bu bilgileri, Anadolu ve Rumeli’de bulunan tekmil komutanlara bildirirken, şunu da ekledik:

Hey’et-i Temsiliye, işgal ve çeşitli yabancı etkilerin baskısı altında bulunan İstanbul’da, daha milli ve fedakâr bir hükümetin İşbaşına getirilmesindeki güçlükleri takdir ettiğinden, Sadrazam Paşa’nın bilinen bildirisine karşılık, 17 Şubat 1920 tarihindeki genelgeyle görüşünü bütün teşkilâtına duyurmuştu. Milli birliği bozma düşüncesi ile yapılacak her teşebbüs ve saldırıyı, akıllıca davranışlarla başarısızlığa uğratmak şarttır. Milli davaya uygun bir barış yapılmadıkça, Kuva-yı Milliye’nin faaliyetine son vermesinin mümkün olamayacağı hususunda ilgililerin yeniden dikkati çekilmekle birlikte, milli birlik ve dayanışmayı güçlendirme ve devam ettirme konusunda, her zamankinden daha ileri görüşlü ve uyanık bulunulmasını özellikle rica eder ve bekleriz (Belge: 237).

Rauf Bey’e de cevap olarak şunu yazdım:

Harbiye Nezareti Başyaver Salih Bey’e 21.2.1920
Rauf Bey’e
İlgi: 19.2.1920 tarihli şifre:

Felâh- ı Vatan Grubu’nun Sadrazam Paşa ve arkadaşlarıyla yaptığı tartışmalardan genellikle anlaşıldığına göre, bugünkü hükümetin Milli Meclis’ten aldığı güvenoyuna dayanarak, Kuva-yı Milliye’nin memleketteki nüfuz ve etkisini yok etmeye çalıştığı açıkça görülüyor. Milli Mücadele’ye karşı tutumundan dolayı azledilen Faik Ali Bey’i müsteşarlığa, Ferit Paşa ve Ali Kemal ile birlikte çalışan Müsteşar Keşfi Bey’i, Bursa valiliğine atanması ve daha önce memuriyetleri milletçe kabul edilmeyen Ahmet Fevzi Paşa ile Ziya Paşa’yı da Ankara’ya göndermek hususunda ısrar etmesi, açıktan açığa Kuva-yı Milliye aleyhine hareket edildiğinin kesin bir belirtisidir. Hükümetle milletin tam bir birlik içinde çalışarak tespit edilen ilkeler çerçevesinde milli davaya uygun bir barış yapılması gereğini her zamandan daha çok takdir etmekte olduğundan, hükümet işlerine karşı her türlü muhalefetten ve güçlük çıkarmaktan kaçınmayı bir vatan görevi sayıyoruz. Her şey bitmiş, milli gayeye ulaşılmış değildir. Arada pek korkunç ihtimaller vardır. Geleceğin sonsuz bilinmezlikleri içinde, Kuva-yı Milliye’nin kurtarıcı çalışmalarına değer verip vermediğinin hükümetten sorulması gerekir. Bize gelince: Tarihin bu memlekette şimdiye kadar yaratmadığı bu milli birlik ve dayanışmayı bozmaya yeltenen her hareketi bir vatan hainliği sayarak ona göre gerekli tedbirleri almaktan çekinmeyeceğiz. Bu mecburiyet ve zaruretlerin hükümet üyelerince bilinmesi pek yararlı olacaktır. Hükümet ile aramızdaki uyum ve birliğin korunması, ancak bugünkü durumun devam ettirilmesiyle mümkün olabilir. Gereksiz atama ve görevden almaların yapılması ve özellikle Milli Mücadele’ye karşı geldikleri için görevden alınmış olan memurlar üzerinde ısrar edilmesi, Kuva-yı Milliye aleyhinde bir düşmanlık sayılacağından, bu gibilerin memuriyetlerine göz yumulmayacaktır. Hele Ahmet Fevzi Paşa ile Ziya Paşa’nın, gönderildikleri takdirde hemen geri çevrilmelerinin bir oldubitti sayılması gerekir.

Bugünkü durumun ağırlığını kavramış olan Milli Meclis’teki arkadaşların bile, böyle anormal olaylar karşısında susmayı tercih etmesi, her taraftan kışkırtılan ve teşvik gören hükümeti cesaretlendireceğinden, gayeye bağlı arkadaşların bu konuda da kesin ve açık bir tavır takınmaları gerekmektedir. Hükümetin Meclis’e hâkim olması, denetleme görevini güçleştireceğinden, böyle bir durum ortaya çıktığı takdirde, vatanın kurtuluşu için yerinde kararların alınamayacağı ve sonunda milli gayenin gerçekleşemeyeceği• şüphesizdir. Bütün milletçe benimsenen ve kutsal sayılan Kuva-yı Milliye gayelerinin, Meclis’çe de benimsenip gerçekleştirilmesinin sağlanması ve hükümet işlerinin bu gayeler açısından denetlenmesi konusunda, vatanseverlik görevinin sonuna kadar esirgemeden yerine getirilmesini önemle rica ederiz.

Hey’et-i Temsil’iye adına Mustafa Kemal
Rauf Bey’in bir başka yazısına verdiğimiz karşılığı da arz edeyim:
Şifre 21.2.1920
Harbiye Nezareti Başyaveri Salih Bey’e
Rauf Bey’e:

İlgi: 20.2.1920 tarihli şifre:

Hükümetin Milli Meclis’teki gruba karşı gözdağı verici bir tavır takınmasının, grubun, dayanışma halinde bir siyasi güç olarak gelişip varlığını gösterememesinden ileri geldiği açıkça anlaşılmaktadır. Her şeyden önce, grubun bu bakımdan bilinçli bir denetim gücü haline getirilmesi gerektiği belli oluyor. Hükumetin sonradan gönül almak maksadıyla sizleri davet etmesi, bugünkü güçsüzlüğünü anlamasından ve güç kazanıncaya kadar oyalayıp vakit kazanmak düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Hükûmete karşı kesin bir durum alma zamanı gelmiştir. Sadrazama ve Dâhiliye Nazırı’na açıkça söylemek gerekir ki, Kuva-yı Milliye, sonuç alınıncaya kadar çalışmalarını sürdürecektir.

Memleketi işgal eden ve milletimizi tam bir kölelik derecesine düşürmek isteyen düşmanlarımız, Kuva-yı Milliye’nin faaliyetini istememekte kendilerini haklı bulabilirler. Fakat devlet ve milletin kurtarılmasına çalışan bir milli kuvvete, kendi hükümetimiz tarafından hücum ve saldırıya geçilmesi görülmemiş bir şeydir.

İtilâf Devletleri’nin, İstanbul’un Osmanlı hâkimiyetinde bırakılması ile ilgili görüşü ne kadar sevinçle karşılanmış ise, İzmir ve Adana cephelerinde savaştan vazgeçilmesi konusundaki istekleri de o kadar hayretle karşılanmıştır. Harbiye Nazırı’na, İzmir ve Adana’nın da Osmanlılar’ın elinde kalması sağlanıncaya kadar silâhların bırakılamayacağı, Ermenilere karşı bizim tarafımızdan bir saldırının yapılmadığı, Fransızlar tarafından silâhlandırılan ve kışkırtılan Ermenilerle aramızda bazı olaylar çıkmışsa, bunun sorumluluğunun Ermeni milliyetçilerine ve onları kışkırtanlara ait olacağı bildirilmiştir.

Hükümetin, Maraş ve Urfa’dan ileriye geçilmemesi yolundaki teklifine karşı, millete güven vermek ve Kuva-yı Milliye’yi durdurabilmek için, Fransızların Adana’yı derhal boşaltmaya başlamaları istenmelidir, Aksi takdirde, Kuva-yı Milliye’yi, memleketi kurtarma mücadelesinden alıkoymanın mümkün olamayacağını, bu ateşin Halep ve Suriye’ye sıçramak üzere bulunduğunu; Fransızların, Adana ve dolaylarının boşaltılmasında ne kadar çabuk davranırlarsa, o kadar karlı çıkacaklarını kendilerine açıkça anlatmalıdır. Anadolu basınının kullandığı sert dilin hafifletilmesi, İtilâf Devletleri’nin zulüm ve saldırılarına son vermeleriyle mümkündü. Bunca haksızlıklara, zulümlere, hattâ katliamlara karşı feryat eden suçsuz bir milleti susturmak zulmünü bizden istemelidir. Aslında, dünyanın her yerinde basın, bu türlü sıkı kayıtlardan kurtulmuş olup hür ve serbesttir. Akbaş cephesinden bir kısmının İngilizlere geri verilmesi için hiçbir yardımda bulunmamanızı isterdik. Boş bir fişek kovanının bile İngilizlere geri verilmemesi daha yerinde olur, düşüncesindeyiz.

Hükümet, İtilâf Devletleri’ne karşı böyle sahte yaranma hareketlerinde bulunarak merhamet uyandırmayı başarabileceği ve iki yüzlü davranışların, barış şartlarının değişmesini etkileyeceği zannını besliyorsa, kendilerinin gafletine acırız. Kısacası, barışımızın söz konusu olduğu şu çetin günlerde, Kuva-yı Milliye’yi zayıf gösterecek her hareketin, milletimizin kaderi üzerinde uğursuz bir etki yapacağı şüphesiz olduğundan, Meclis’teki arkadaşlara düşen denetleme görevinin her türlü fedakârlığa katlanarak yerine getirilmesini özellikle rica ederiz.

Hey’et-i Temsiliye adına Mustafa Kemal

Kuva-yı Milliye’nin Mücadeleye Devamı Konusunda Kamuoyunun Yoklanması

Efendiler, bugünlerde duyulan ihtiyaç üzerine Rauf Bey’e, aynı tarihte şu telgrafı da yazdım. Bu ihtiyaç, Hey’et-i Temsiliye’nin ve Kuva-yı Milliye’nin mücadeleye devamı konusunda kamuoyunu yoklamaktı. Rauf Bey’e yazdığım bu telgrafı, Erzurum’daki Kazım Karabekir Paşa’ya da çektirmiştim.

Çok ivedi ve günlüdür. 21.2.I920
Rauf Bey’e özel:
Anadolu ve Rumeli Müdafaa- i Hukuk Cemiyeti’nin durumunu değiştirmeye yetkili olacak kongrenin toplanması, tüzüğünün sonuncu maddesi gereğince, Meclis- i Meb’usan’ın yasama görevini tam bir güvenlik ve serbestlik içinde yerine getirdiğinin Meclis’çe açıklanmasına bağlıdır. Hey’et-i Temsiliye’nin genel teşkilâtının başında, barış yapılıncaya kadar eski şeklini koruması gereği, bütün arkadaşlarımızın onayı ve ısrarı üzerine kabul edilmiştir. Oysa hükümet tarafından âdeta teşvik edilen muhalif gazetelerin hücumları, Ayân Meclisi’nin açık saldırıları, hükümetin tutum ve işleri ve özellikle Sadrazam Paşa’nın bildirisi, Meclis- i Meb’usan’da Kuva-yı Milliye’nin kanun dışı olduğunu alkışlattıran nutuklar, kamuoyunu milli teşkilât aleyhine çevirmekte ve Hey’et-i Temsiliye’mizi güç bir duruma sokmaktadır.

Bir yandan Padişah’ın isteğine uyarak Zeynelabidin, Hoca Sabri, Sait Molla gibi kimselerin, sırf Kuva-yı Milliye’yi yok etme maksadıyla her tarafta kurmaya çalıştıkları Teâli- i İslâm Cemiyeti adı altındaki kuruluşlar, milli teşkilâta doğrudan doğruya saldırılara başlamışlardır. Söz gelişi, Niğde ve Nevşehir’de, bu ayın on dokuzuncu günü, “Meclis- i Meb’usan açıldı. Milli teşkilatı padişahımız istemiyor” gibi sözlerle, halkı açık toplantı ve gösterilere sürüklemişlerdir. Bu durum Sadrazam Paşa’nın bildirisini alan bazı memurlar tarafından da teşvik edilmiştir. Bu olayın Konya’ya ve daha başka yerlere de yayılması uzak bir ihtimal değildir. Bu bakımdan:

1- Hükûmetin, Kuva-yı Milliye’nin devamına taraftar olup olmadığını kesin olarak bildirmesini kendisinden istemek gerekir.

2- Felâh- ı Vatan Grubu’nun, söz konusu edilen tam bir güvenlik ve serbestliğe sahip olduğunu, bu bakımdan, Kuva-yı Milliye’yi dağıtmak lüzumuna inanıp inanmadığını bildirmesi gerekir. Eğer bu kuvvetin devamına lüzum görüyorsa, ona göre hükümetin dikkatini çekmekle birlikte, bunu, Meclis’te de gerektiği şekilde savunmadır. Bu konunun, grupça görüşülmesi ve tartışılması düşüncesindeyiz.

3- Vatanın çıkarları açısından, milli teşkilâtın ve Kuva-yı Milliye’nin ortadan kaldırılması tercih edildiği takdirde, İzmir, Maraş ve öteki cephelerde bulunan düşman kuvvetlerine karşı da hükümetçe gerekli tedbirlerin alınmasını sağlama bağlamak söz konusudur.

Yukarıda arz edilen düşüncelerin büyük bir önem ve ciddiyetle dikkate alınıp gereğinin yerine getirilmesini, bizi şahsen de güç durumdan kurtarmak için, sonucun bir an önce bildirilmesini rica ederiz. İstanbul’daki bazı arkadaşların, bunca emeklerle meydana getirilmiş olan milli birliğe ve Kuva-yı Milliye’ye vurulan darbelere karşı kesin tedbir alma konusunda, sonuna kadar gayret ve ciddiyet göstermekten çok, dışarıdaki uzak kuvvetlerden büyük ümitlere kapılarak teselli buldukları zannı uyanıyor. Biz, elimizdeki kuvveti iyi koruyamadığımız takdirde, dış kuvvetlerin de bize değer vermeyeceklerini hatırlatmak isteriz.
Hey’et-i Temsiliye adına Mustafa Kemal

Daha Fazla Göster
Başa dön tuşu
Yandex.Metrica